21 Eylül 2012 Cuma

Ölçme Değerlendirme

Seth Godin bugünkü yazısında (http://sethgodin.typepad.com/seths_blog/2012/09/the-worst-kind-of-clock.html) yanlış ölçüm yapmaktansa (yanlış veri toplamak ya da verileri yanlış değerlendirmektense) hiç ölçüm yapmamanın daha doğru olduğundan dem vuruyor.


Namaz kılıyor musunuz gibi bir soruya "evet" cevabı vereni mesela "dün akşam ezanı kaçta okunmuştu" gibi bir soruyla kontrol etmekte fayda var. Kontrol etmezsen sadece beyana güvenerek hareket ederseniz, herkesin belgesel izlediğini söylediği bir toplumda dizileri kim izliyor sorusuna cevabınız ne olacak? Hedef kitlenizin ne okuduğunu gerçekten ölçmeyecekseniz, yalandan ya da dostlar alışverişte görsün misali bir anket yapmak sizi sadece yanıltacak, zamanınızı, enerjinizi, paranızı boşa harcamaktan başka  bir işe de yaramayacaktır.

20 Eylül 2012 Perşembe

Üniversite gezerken ilk ne dikkatinizi çeker?


Yurt içinde ve dışında gezdiğim üniversitelerin en çok (merkez) kütüphanenin yerleşke içindeki konumu, mimarisi, koleksiyon büyüklüğü, çeşitliliği, öğrencilerin onunla kurduğu ilişki dikkatimi çeker benim.  Tabi ki genel anlamda yerleşkesi (bahçesi, ağaçları, binalarının mimari özelliği) öğrencilerin üniversiteyle kurduğu ilişki de. Ama  üniversite bilim içinse, bilginin tapınağı da kütüphanedir. Ritüelleriyle bir tapınaktır orası, dolayısıyla yerleşkenin kalbinde, merkezinde başlı başına tüm heybetiyle ayakta durmalı, geç saatlere kadar açık olmalı, ortak çalışma salonları dolup taşmalıdır. Rahat çalışma masaları, masaların üstünde okuma lambaları, insanın başını döndürecek sayıda kitap koleksiyonu olmalı.

Bazı üniversitelerin web sitelerinde dolandım. Kütüphaneleriyle ilgili ne bulabilirim diye. ODTÜ'nün sitesinde ana menülerde bulamadım kütüphane hakkında bilgiyi  ama arama yaparak bu linke ulaştım. (http://www.lib.metu.edu.tr/tr/index.php) Kitap koleksiyonunda 445 bin basılı 100 bin elektronik kitap olduğu bilgisi var. Boğaziçi Üniversitesi web sitesinde kütüphane, akademik başlığı altına yerleştirilmiş (http://boun.edu.tr/tr-TR/Content/Akademik/Kutuphane.aspx). Hem kütüphanenin tarihi hem kapasitesi hem  ne oranda kullanıldığı ve sürekli nasıl büyüdüğüne dair tüm bilgileri içeren biraz düzeltme ihtiyacı olmakla birlikte oldukça iyi bir giriş yazısıyla karşılaştım burada:
... 1863 yılından bu yana gelişen koleksiyonlarıyla yaklaşık 576.253 materyali barındıran, 10.000 metrekarelik kapalı alanda 1.450 kişilik oturma kapasiteli açık raf sistemine göre çalışan akademik bir kütüphanedir. Üniversitenin genelinde olduğu gibi kütüphane ve çalışma salonlarında da kablosuz internet bağlantısı mevcuttur.
Kütüphanede günde ortalama olarak : 3.500 kişi giriş yapmakta, 620 kitap ödünç verilmekte, 36 kitaba ayırtma işlemi yapılmakta, elektronik ders materyallerinden 186, veritabanlarından 3.270 makale ve kitap okunmaktadır.
Her yıl yaklaşık 10.000 yeni kitap satın alma yoluyla, 15.000 kitap da bağış olarak koleksiyona katılmaktadır.

Indiana Universitesi Bloomington yerleşkesindeki merkez kütüphanede (http://www.libraries.iub.edu/index.php?pageId=89) 4,6 milyon kitap olduğu yazıyor. Üniversitenin tüm kütüphanelerinde ise 900 dilde 7,8 milyon kitap olduğunu söylüyor web sitesi... Gerçekten baş döndürücü sayıda. Etkilenmemek mümkün değil.

Araştırma işini çok derinleştirmeden, IU Bloomington'ınkinden daha etkileyici bir Türk üniversitesi bulamayacağım düşüncesinden hareketle biraz da özel üniversitelerin sitelerini karıştırayım derken şöyle ifadelerle karşılaştım:
Kütüphane koleksiyonu çok çeşitli konu alanlarında basılı ve elektronik binlerce kitap ve dergi, yüzlerce multimedya kaynağı ve çok sayıda günlük Türkçe ve İngilizce gazeteden oluşmaktadır. Kaynakların kapsam alanları sürekli genişlemekte ve sayıları artmaktadır.
Siz siz olun yukarıda örneğini gördüğünüz gibi  yuvarlak ya da muğlak ifadelere dikkat edin. Hem bu metni kaleme alan hem bu (ya da benzeri) metinleri okuyanlar olarak.

Ben de evimizdeki kitaplar için "binlerce" ifadesini kullanabilirim mesela (ikibinin üstünde kitap var sonuçta), ya da çok sayıda günlük Türkçe ve İngilizce gazete, pek çok süreli yayın takip ettiğimizi söyleyebilirim... "Çok" ne bilen var mı? Ya da sana çok gelen bana çok mudur?  Dolayısıyla "binlerce" ya da "çok" sayıda gibi ifadelerin etkileyici olduğu zannıyla hareket etmek yerine dürüst bir yaklaşım tercih edilebilir, örneğin Boğaziçi Üniversitesi'nin yaptığı gibi her yıl sayının ne kadar büyüdüğünden bahsedilebilir.

Kütüphane konusundan gene geldik bir halkla ilişkiler meselesine: neyi nasıl söylediğiniz önemli, yazdıklarınızla söylediklerinizle karşınızdakileri etkilemek istiyorsanız verilerden hareket edin derim.

18 Eylül 2012 Salı

Kibarlık hâlâ geçer akçe

Kibar olmak kapıları açar, yürekleri yumuşatır. - Her ne kadar günümüz toplumunda kabalık, diklenme, özür dilememe, üste çıkmaya çalışma gibi davranış modelleri giderek artsa da bu davranışlar köprüleri yıkar, kalpleri kırar ve iletişimi zora koşar.

Şirketin görünen yüzü ve duyulan sesi konumundaki halkla ilişkiler uzmanının kibarlık konusunda özenli olmasında fayda var.  Mesai arkadaşlarından iş ortaklarına, basın mensuplarından diğer bütün paydaşlarına kibarlık çizgisinden ayrılmadan ilişki kurmalıdır halkla ilişkilerci.

Üstelik çalışma arkadaşları arasında özellikle şirketin dış dünyayla ilk temas noktalarından olan resepsiyonistlerin, sekreterlerin, güvenlik görevlilerinin de bu konuda hassasiyet göstermesi konusunda da dikkatli olmalıdır.

Yıllar önce çalıştığım vakıfta, bir gazeteciyi  tersleyen genel müdür sekreteri nedeniyle oldukça sıkıntılı anlar yaşadığımızı hatırlıyorum. Telefenonu gerekli kişiye bağlamak yerine konuşmayı tercih etmesi zaten yeterince yanlış bir davranıştı, ancak daha kötüsü gazeteciyle ağız dalaşına girmesiydi. Beş dakikalık nezaketten uzak bir telefon konuşmasının yıktığı ilişkiyi düzeltmek için aylarca çabalamamız gerekti.

Gönderdiğiniz bülten yayınlandığında teşekkür ediyor musunuz? Başlık değiştirilmiş olabilir, istediğinizden kısa yayımlanmış olabilir, buna rağmen teşekkür etmeyi becerebiliyor musunuz?  Basın mensubuyla kuracağınız ilişkinin devamlılığında kibar davranmanız çok önemli. Tabi sadece basın mensubuyla değil hayatınızdaki herkesle....

Günaydın demek, hal hatır sormak, gülümsemek, teşekkür etmek, özür dilemek o kadar zor değil aslında.  Hem sizin gününüzü hem karşınızdakininkini keyifli kılmaya yarayacak, çantanızda mutlaka bulundurmanız gereken küçük aletler bunlar.



17 Eylül 2012 Pazartesi

Vakit nakittir! Hele ki basında nakitten bile değerlidir...

Muhatap olduğunuz basın mensubu sizi aradı, ya da e-posta gönderip bir konuda bilgi istedi. İlk sormanız gereken ne zamana kadar cevap istediği olmalı.

Basın zamanla yaraşır. Yapacağı haberin belli bir süresi vardır. Özellikle günlük mecralarda durum çok daha belirgindir.  Haberi ya yetiştirir ya da haber çıkmaz.

Unutmayın konunuzda tek yetkin kişi, kurum siz değilseniz haberini destekleyecek bilgiyi alabileceği başka kişiler kurumlar her zaman mevcut. (Ki, bu durumda  bile sizden gerekli bilgi gitmese bile haberin yapılması gerekiyorsa haber yapılacaktır, unutmayın.) Siz gerekli bilgiyi vaktinde vermezseniz haber içeriğinde görüşünüz yer almayacak demektir. Üstelik basın mensubu sizi gelecekte arama gereğini de duymayacak, kendisine destek olan kişi ve kurumlarla irtibatını sürdürmeyi tercih edecektir. 

Dolayısıyla zamanla yarışan basın mensubuyla ilişkinizin geleceği açısından ona destek olmanızda, onun verdiği zamanlamaya uymanızda fayda var.

16 Eylül 2012 Pazar

Yaşam Hakkı

Temel hakkımız yaşamak. Dünyaya geldiysek, varsak yaşamımızı devam ettirmek de hakkımız. Ama kendi yaşamı hakkına saygı duymayanlarla dolu ortalık. Kendisininkine saygı duymayanın başkasınınkine saygı duymasını beklemek biraz saflık mı?

  • Motorsiklet kullanıp kask takmayanlar
  • Işığa kadar 5 metre yürümek yerine trafiğin ortasına dalıp karşıya geçmeye çalışanlar (ışığa kadar gelip yeşil ışığı beklemeden  karşıya geçenler, üst geçit kullanmayanlar gibi çeşitli versiyonları da var bunların)
  • Pencere pervazına çıkıp cam silenler
  • İskele verilmeden vapurdan atlayanlar
  • Dolmuştan yolun ortasında inenler
  • Elektrikli aleti fişten çekmeden tamir etmeye kalkanlar
ya seyrettikleri çizgi filmlere inanıyorlar ya da yaşamın kendilerine sunalan en büyük lütuf  ve korunması, saygı duyulması gereken bir hak olduğunun farkında bile değiller.