5 Ekim 2012 Cuma

"Hay dilimi eşekarısı soksaydı" anları -I

İki kadın bir dilekçe yazıyorlar.
" ... kurumunuzda yaşamakta olan yaşlı kişileri ziyaret etmek için..."

Otur oturduğun yerde kadın.  Dayanamayıp atlıyorum : "kurumunuz sakinleri diyebilirsiniz" diye. Yetmiyor "yaşlı kişiler yerine doğrudan yaşlılar demek de daha doğru olur zannımca" diyorum.
Kaşlar çatılıyor, yüzler asılıyor. "Hay dilimi eşek arısı soksaydı da ağzımı açmayaydım" anlarından biri.

"Sakin" lafını sevmiyormuş yazan -sakin/meskun ilişkisini hiç duymamış olmalı.- Kafasında sakin sessiz ya da durgun anlamı taşıyor: "Yaşlıların sakin olması gerekmiyor, onların da hareketli bir hayatı olabilir" diyor. "Yaşlı kişiler"i de "bireylere vurgu yapmak için" özellikle  kullandığını söylüyor. Mantığında haklı belki  ama kötü Türkçe kullanıyor.

Uzatmamak lazım tartışmayı. Özür dileyip "uzuyorum"...

4 Ekim 2012 Perşembe

İletişim Karmaşası ya da İç İletişimin Önemi


Turkcell'den mesaj geldi: "...Kağıt fatura yerine faturalarınızın sistemimizde kayıtlı xxx@xxx.com adresinize gönderilmesi için bu mesajı EVET yazarak cevaplayınız." Boş yere kağıt fatura gelmesin düşüncesinden hareketle yazılanı yaptım.

Bir mesaj daha düştü telefonun mesaj kutusuna: "Talebiniz anlaşılamadı. E-fatura talebiniz için e-posta adresinizi yazıp 8888'e gönderiniz."

Muhteşem iletişiminden dolayı Turkcell'i tebrik ediyorum.

Kurumunuzda aldığınız kararları, değiştirilen uygulamaları, yenilikleri, yeni ürün ya da hizmetleri  sadece gerekli olduğunu düşündüğünüz değil tüm birimlere zamanında ve en doğru şekilde iletemiyorsanız dış iletişiminizde de başarıya ulaşmanız zor olacaktır. 
 

3 Ekim 2012 Çarşamba

"Biz duyurmuştuk, hatta internet sitemizde de var" yaklaşımı

Ali Saydam'ın Türkiye'de İletişimin El Kitabı 2*'yi okuyorum şimdi de. Muhteşem, ders çıkarılası örneklerle dolu kitap.
O kadar çok örnek var ki aslında üzerinde konuşulabilecek. Ama "Şöhret ve markayı yönetmek için altyapı da yetmiyor" başlığı altında anlatılan Abdullah Oğuz örneğiyle başlamak istedim. Oğuz, Mutluluk filminin Los Angeles Times'da yer aldığı kadar Türk basınında yer almaması nedeniyle Saydam'a sitem edince, Saydam "Ben yazmadıysam, bundan ben değil sen ve senin adamların sorumlu." diyor. (s. 80)

O kadar sık rastladığımız bir durum ki, basın mensubu arar bir konuda bilgi ister, kurumun halkla ilişkilercisi "web sitemizde" bulabilirsiniz der. Daha da beteri, basında bir haber çıkar ve siz "ama bizim bu konudaki rakamlarımız, bilgilerimiz, düşüncemiz aslında web sitemizde duruyordu" dersiniz.  En kolayı, "zaten basın bizi sevmiyor" deyip işin içinden çıkmak, ya da burnundan kıl aldırmaz bir tavırla basında yer almamıza gerek yok, bizi bilen biliyor demektir.

Unutulmaması gereken haber olabilecek konunun iletişimini basın mensubuyla yapmak halkla ilişkiler profesyonelinin görevi olduğudur. Basın mensubunun hele ki zamanla yarıştığı durumlarda sizinkinin de dahil olduğu yüzlerce internet sitesini dolaşarak bilgi toplamaya vakti yoktur. Gazetecinin bunu yapmasını beklemek, kurum adına saflıktan öte bir cehalet durumudur.



* Türkiye'ye İletişimin El Kitabı 2: İktidar Yalnızlıktır, Remzi Kitabevi 2012

2 Ekim 2012 Salı

"Ben yaptım", "Hayır esas ben yapmıştım!"

Bir süredir televizyonlarda Zaman Gazetesi'nin reklamı takılıyordu gözüme. Hani şu akıllı telefonlarla gazetedeki fotoğrafa geldiğinizde video haberini izleyebileceğinizi anlatan reklam.

Bugün de Türkiye Gazetesi'nin reklamına rastladım... Özünde bu işi ilk biz yaptık diyen ve hatta "zamanın çok ilerisinde" olduğunu söyleyen reklama.

Demezler mi adama, madem Haziran 2012'den bu yana başlamıştın bu uygulamaya, neden duyurmadın vaktinde? Yaptığın işin, ürünündeki ya da hizmetindeki yeniliğin iletişimini vaktinde başlatmazsan, 3-5 yaş çocuklarının "bende de var" çekişmesine girer, sadece itibarına, imajına zarar verirsin. Üstelik atı alan Üsküdar'ı geçmiş olur.

Planlama demiştik, değil mi?

Öğrenci, ev kadını ya da halkla ilişkiler profesyoneli, doktor, mühendis farketmez... Yaptığınız işin önemli bir bölümü aslında planlama olmalı. Uygulamaya  geçmeden önce ne hedeflediğinizi, bu hedefe ulaşmanın yollarını kağıda dökmeseniz bile kafanızdan bir kez olsun geçirmeniz uygulamada çıkabilecek aksaklıkları bertaraf etme, uygulama sürecinin kolaylaşması, sonuçları değerlendirebilme açısından önemli.

"Bugün kek yapacağım" diyorsanız, malzemeleri kontrol edip, eksik malzemeleri almanızda fayda var örneğin. "Biz de biliyoruz bunu canım, bize ahkam kesmene gerek yok" mu diyorsunuz? Halkla ilişkiler uzmanı olarak çalıştığım yıllar bana o kadar basit, herkesin bildiği ve aslında planlamaya ayrılacak - bunu mutlaka kağıt üzerinde yapın ama- bir kaç saatle halledilebilecek pek çok konunun bu evre yeterince ciddiye alınmadığı ya da hiç yapılmadığı için krize dönüştüğünü gösterdi ki...

Hiç unutmuyorum, yeni inşa edilecek binamız için mimari yarışma düzenlendi. Sıra yarışma sonuçlarnın açıklanmasında ve ödüllerin verilmesinde. Genel müdürümüzle toplantı yapıyoruz. Sorularımız belli: Dereceye girenlere para ödülünün yanı sıra şilt ya da plaket verilecek mi? Ne büyüklükte bir etkinlik olmasını istiyoruz? Kimler davet edilecek? Basını çağıracak mıyız? Mekan, gün, saat, yeme içme düzeni gibi konuların cevapları da bu sorularda gizli. Alternatifleri sunuyoruz, A planının getirisini, B planınınkini anlatmaya çalışıyoruz.

Bu konuları hiç bir zaman yeterince önemsemeyen genel müdürün esas derdi işin maliyeti. Planlama toplantısını geçiştiriyor. Yapılan işin büyüklüğüne, önemine başta onun inancı yok demek ki. Etkinliğin boyutunu belirliyoruz, kendi aramızda, az masrafla, basın ya da protokol davet edilmeden yapılacak bir toplantıya karar veriyor ve takip eden 2-3 haftayı planlananların uygulamaya geçirilmesi ile geçiriyoruz. Etkinlik bir cuma günü, saat 18'de, kurumumuza ait bir mekanda ve yarışmacılar, jüri üyeleri ve kurum yönetiminin katılmasıyla gerçekleşecek.

O ne, Cuma öğlene doğru genel müdür kapımızdan içeri "neden basın çağırmadık" sorusu eşliğinde esip gürlüyor. Daha da beteri "arayın gelsinler" diyor. Şaka olmalı ama değil. Bir "planlama(ma)" kazası krize dönüşüyor. Neyse ikna etmeyi başarıyoruz. "Bu saatte basını davet etmek, zaten gelmeyin demek olur"a... Ama fırsatın kaçırılmasını engelleyemiyoruz.

1 Ekim 2012 Pazartesi

Kurultayda basına ambargo konması ne demek?

Dün yapılan ve belki de tüm televizyon kanallarının canlı yayımladığı AK Parti Olağan Kurultayına  Cumhuriyet, Aydınlık, Sözcü, Evrensel, Birgün, Yeniçağ gazeteleri alınmadı. Sayın Arınç, kişisel olarak bu uygulamayı doğru bulmadığını ifade etmekle birlikte bu gazetelerin sürekli partilerini ve hükümeti eleştirmeleri hatta objektif habercilik anlayışından uzak durmaları nedeniyle adeta bu durumu tetiklediklerini ifade etti. "İsimleri geçen gazeteler dönüp kendilerine bakmalıdır." dedi. 

(http://video.cnnturk.com/2012/haber/9/30/gazetelere-sansure-arinctan-yanit)


Sergilenen, bu gazetelerin basın mensuplarına haber atlatmak ya da özel söyleşi vermenin ötesinde bir tavırdır.  "Bizden olmayanı, bizim istediğimiz doğrultuda yazıp çizmeyeni cezalandırma gücüne sahibiz" mesajıyla birlikte partinin "imajını" "itibarını"  bahsi geçen gazeciler kurultaya gelselerdi yazacakları yazılardan daha çok zedelemiştir.


Köprüyü Geçerken At Değiştirmek


Planlamayı Ciddiye Almazsanız Köprüyü Geçerken At Değiştirmek Zorunda Kalırsınız

ya da Tutarlılık ve Devamlılık İlkelerini Çöpe Atmayın!



Kurumsal bir dergi çıkarmaya karar verdiniz. İşe girişmeden önce kurumsal dergiye gerçekten ihtiyaç var mı konusunu ölçtüğünüzü düşünüyorum: Peki hedef kitleniz kim araştırdınız mı, tespit ettiniz mi? Bu dergi aracılığıyla vereceğiniz ana mesajlara karar verdiniz mi?  Okunsun istiyorsunuz mutlaka, peki neler okunur düşündünüz mü? Röportajlar kimlerle yapılacak? Derginin yayın süresi ne olacak? Hangi aralıklarla yayımlanacak?  Her ay? Üç ayda bir?

Dili ne olacak? Türkçe mi? Yabancı dillerin her hangi birinde mi?  Çift ya da çok dilli mi?  Tonu ne olacak yazıların? İçeriği kim sağlayacak? İçerik sağlayıcılardan beklenti ne? Yazıları kim son haline getirecek? Hangi yazım kılavuzunu baz alacaksınız düzeltme yaparken?

Dergi görsellerinin özellikleri ya da kapak tasarımında kullanılacak temel unsurlar ne olacak?

İlan alacak mısınız? Herkesten mi? Arka kapağada mı? Kaç tane? Kaç para alacaksınız ilanlardan? Kaç sayfa olacak derginiz? Dergi dediğin kaç sayfa olmalı ki?

Vereceğiniz mesajla ve hedef kitleyle uyumlu isim, boyut, renk, görsellik, tasarım konularına karar vermeden önce çok iyi planlama yapın.  Planlama sürecine gerekli herkesi dahil edin. Böyle olursa ne olur, şöyle yaparsak ne olur konusunda iyi düşünün. Düşünüp planlamanızı yapmadan harakete geçmeyin. Gerekirse dergi yayın hayatına bir ay sonra girer.

Ama planlamanızı iyi yapmazsanız başınıza geleceği söyleyeyim... İlk sayıdan sonra derginin ismini değiştirir, içeriği revize eder, diliyle ve tonuyla oynamak zorunda kalırsınız. İlk tasarım yeni içeriğe uymadığından tasarımda da değişikliğe gitmişsiniz bir bakmışsınız...Eee, kurumsaldı dergi hani? Kurumunuzla ilgili mesajlar vermeyi amaçlamıştınız... Ne mesaj vermiş oldunuz kitlenize?

30 Eylül 2012 Pazar

Parantez Karşıtı mısınız? Antiparantez nereden çıktı o zaman?

Cuma dersteyiz. Haftanın son günü, akşamın bir saati,  herkes yorgun aslında ama ders keyifli; konu ilginç, hoca enerjik...  Bir ilaç fırmasında yönetici pozisyonunda çalışan, 20'li yaşlarının sonlarında duran genç kızımız, ağzını açıyor ve "antiparantez" kelimesi duyuluyor.
"Parantez içinde" anlamına gelen antrparantezin yanlış telaffuz edilmesi vakası ile karşı karşıyayız...

Eşortman, kareografi, dekarasyon, promasyon, dinazor...

Özellikle de yabancı dilden dilimize geçmiş kelimelerde sıkça karşılaştığımız bir durum. 
Okumayan ve yazmayan bir toplum oluşumuzun bir kanıtı adeta. Biraz okusak doğru yazılışlarını göreceğiz... Yazsak - ama gerçekten yazsak - sözlük, yazım kılavuzu kullanacak, öğreneceğiz.