2 Mart 2013 Cumartesi

Şehir içinde hız sınırı artıyormuş: amaç trafik sıkışıklığını çözmek

Derler ya bir kişiyi gerçek anlamda ya seyahatte ya içki sofrasında tanırsınız diye. Bir toplumla ilgili genel kanının trafikle ilişkisi ilişkisi üzerinden oluşturulabileceğine inanlardanım.
İnsanların kurallarla ilişkileri nasıl? Birbirlerine saygılılar mı? Anlayışlı ve yardımseverler mi? O toplumda insan hayatına ne kadar değer veriliyor? Halkın genel risk algısı, bencillik seviyesi ne boyutta? Bu soruların cevaplarını sokakta trafiği bir nebze takip ederek bulmak mümkün.


Büyük şehirlerimizde, hele ki İstanbul'da yaşayanların sokakta olduğu her an tanık olabileceği trafik sıkışıklığının, yeterince hız yapamamaktan kaynaklanmadığı kesin. Altyapı sorunlarını ve yetersizliği bir yana bırakarak, esas sıkıntının insan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Gerek araç kullananların, gerekse yayaların risk hesabı yapamaması, kendilerinden başkasını düşünmemesi, kurallarSarı ışıkta yavaşlamayı başaramayıp, kırmızı ışıkta geçmeye kalkanların tıkadığı trafik, sürekli şerit değiştirmeye çalışanların tıkadığı trafik, tek yön sokağa ters yönden girmekte beis görmeyenlerin tıkadığı trafik, dörtlüleri yakınca istediği her yerde durabileceğini düşünenlerin tıkadığı trafik, ışığı beklemeden yola akan insan güruhunun tıkadığı trafik... Örnekleri artırmak o kadar mümkün ki... Hiç bir örnekte trafiğin tıkanma nedeni yeterince hız yapamamaktan kaynaklanmıyor.
Hız limitini yükseltmek olsa olsa de facto zaten hız yapılması durumunu meşrulaştırmaktır. Kültürü, algıları, davranış şekillerini değiştirmedikçe bu ülkede trafik sorunu çözülmeyecektir...

28 Şubat 2013 Perşembe

Derse girmek, ders vermek

Dördüncü haftayı tamamladım... Otuzikiydi, kırktı derken, "ders ekleme-bırakma" süreci tamamlanınca oldu 52 gencecik öğrencim. Çoğu bir sene içinde mezun olacak gençlere kar amacı gütmeyen kuruluşlarda halkla ilişkiler konusunda ders veriyorum. Arada da hayat deneyimlerimi paylaşıyorum onlarla.
Geçen derste işlerini, eşlerini, dostlarını kötülememeleri tembihledim. Kötüleyecekleri işleri, eşleri ya da dostları varsa bırakıp gitmenin daha dürüstçe olacağını söyledim onlara...

Daha önce de bu konunun diğer yüzünü yazmıştım: Çalıştığı şirketin ürettiği ürüne, sunduğu hizmete güvenmeyen, inanmayan bir personel kadar şirketin itibarına, imajına zarar veren olamaz diye. Konunun bir de kişisel yönü var oysa. Şirketinin ne kadar kötü olduğunu, yöneticilerinin / çalışanlarının beceriksizliğini, kötü niyetliliğini, üretilen ürünlerin, sunulan servislerin kalitesizliğini söyleyen kişi kendi beceriksizliğini, kalitesizliğini de beyan etmiş olmaz mı aslında? "Biz Türklerden adan olmaz" diyen kişinin, adam olmadığını ikrar etmesi gibi; halkla ilişkilerde etik davranılamayabilir diyen halkla ilişkiler profesyonelinin aslında kendisinin etik davranma konusunda çok da prensipli olmayacağını açıkça beyan etmesi gibi... "Kocam çok zevksizdir" diyen kadının, kocasının kendisini seçme konusunda da zevksizlik gösterdiğini kabul etmesi gibi. "Okuduğum üniversite berbattı" diyen mezunun berbat bir eğitim aldığını baştan kabul etmesi gibibi... Örnekleri artırmak o kadar kolay ki... Kendi itibarımıza, adımıza da zarar verdiğini düşünmeden, söylediklerimizin bizi sütten bir ak kaşık gibi çıkacağını zannetmek saflık ötesinde bir durum olsa gerek.
1. Ya sadece olumsuz hisslerimizi ortaya çıkarmaktan, ortalığa zehir çakmaktan hoşlanıyoruz, bu zehir içinde yüzmenin bizi daha da olumsuz duygulara sürüklediğini farketmeden
2. Ya iki yüzlüyüz, ekmeğini yediğimiz işe, aynı yastığa baş koyduğumuz eşe gerçekleri söylemiyoruz
3. Ya da tembel tenekenin, umursamazın biriyiz, durumu değiştirmek, iyileştirmek için bir çaba göstermek yerine şikayet etmeyi tercih ediyoruz.

24 Şubat 2013 Pazar

Fırında Mezgit

Kılçığı az, yemesi kolay, beyaz eti lezzetli bu balığı genelde mısır ununa bulayıp tavada kızartırdık. Ama sağlıklı beslenenler kervanının arkasına takılınca kızartmalar giderek azaldı. Dün Kadıköy Çarşı'da dolaşırken tanesi bir kilo gelen kocaman mezgitlerden alıp farklı bir şey pişirmeyi denedim. Çok da lezzetli oldu. Paylaşmak istedim.

Filetolanıp dört parçaya bölünmüş mezgit
3-4 orta boy taze patates
2 domates
Bir tutam maydanoz
2 iri soğan
1 çorba kaşığı zeytinyağı
Tuz
Karabiber

Derince bir fırın kabının dibi zeytinyağıyla yağlandıktan sonra kabukları soyulup halka halka doğranmış patatesler, soğanlar ve domatesler yerleştirilir, bir çay bardağı kadar su, ağız tadınızın istediği kadar tuz ve karabiberle 180-200 derecelik fırında 40 dakika kadar, patatesler yumuşayana kadar pişirilir. İnce doğranmış maydanozlar ve balık parçaları ilave edildikten sonra bir 15-20 dakika daha pişirilmeye devam edilir. Domateslerin yeterince ekşilik vermediği düşünülüyorsa limon suyu da ilave edilebilir.

3-4 kişilik bir aileye yanında bol salatayla mükemmel bir yemek. Biz uzak doğu usulü pişirilmiş- yağsız- beyaz pilavla yedik... Balıktan çok hazzetmeyen, ama haftada bir yemesi gerektiğini meta zoru kabul eden kızım bile sevdi.
Afiyet olsun.