7 Mart 2013 Perşembe

Sözcülük görevi verdiğiniz ünlü ile savunduğunuz mesele arasındaki ilişkiye dikkat edin

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın himayesinde gerçekleşen Zeytinburnu Belediyesi ve Kültür Derneği'nin organize ettiği "8 Kadın, 8 Hayat" projesi için 8 ünlü kadın Mehmet Turgut'un objektifine poz verdi.

Poz verenlerden biri de ünlü olduğu günden itibaren feminism konusundaki olumsuz düşüncelerini dile getirmekten çekinmeyen, "akıllı kadın dayak yemez" ya da "dayağı hak eden var, hak etmeyen var" gibi incilerini ortaya döküveren Hülya Avşar.

Kadına karşı şiddetin ya da salt şiddetin hak etmekle bir ilgisi olmadığını, şiddete başvurmadan da çözüm yolları olabileceğini, şiddete maruz kalmanın aptallıkla ya da akılla ilişkisinin bulunmadığını anlamayı reddeden bir ünlüyü sadece ünlü diye yüzünüz ya da da sözcünüz yapmak tehlikelidir.

Kullandığınız ünlü, savunduğunuz meseleyi ne kadar ciddiye aldığınızın, üstünde ne kadar düşündüğünüzün bir göstergesidir. Yapmasaydınız keşke, bu kadar büyük bir sorunu, sorunu ciddiye almayan birisini kullanarak gündeme getirmeseydiniz. Şu an verdiğiniz izlenim, bu işi hiç ciddiye almadığınız çünkü... Şiddeti hak eden kadınların olduğuna inandığınız. Medyada gündem yaratacak bir işe imza atmak istemişsiniz, belli, ama iş doğru gündem yaratmaktan geçiyor. Sırf gündem yaratmak yetmiyor! Umarım bundan bir ders alırsınız..


3 Mart 2013 Pazar

Doğumgünü

Kırkaltı yıl önce bugün, sabaha karşı, babamın kullandığı minik bir vosvos, arabada Fethiye yenge, annemin yanında... Hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlar annemi ve artık dünyaya gelmeye hazırlanan beni. ... Maçka'dan Dolmabahçe'ye iniyorlar, lastik patlıyor. 46 yıl öncesinin İstanbul'u.. İn cin top oynuyor ortalıkta... Müştesini havaalanına götüren bir taksi geçiyor "bırakıp geleyim abi" diyor ama benim beklemeye mecalim yok... Lastik değiştiriliyor, Samatya'ya gidiliyor... Hastaneye girmemizin üstünden çok zaman geçmeen doğuyorum işte... Babamın o zaman çalıştığı Wythe'taki bir arkadaşına verdiği söz üzerine Leyla oluyor adım, oysa ağabeyim o sıralar okuduğu kitapların kahramanının adını vermek istiyor kızkardeşine.. Doğumum üstüne dedemin gönderdiği telgrafta "Ayşegül'ün" doğumu kutlanıyor... Herkes "kız" diye seviyor ama beni, bu nedenle 2-3 yaşıma kadar adımın kız olduğunu sanıyorum...
Daha birinci köprü inşa edilmeden, babaannemin ölümü üzerine İzmir'e dönüyoruz, bir kaç sene sonra. Çocukluk, gençlik yılları biraz Güzelyalı, biraz Bornova, haftasonları Salihli'deki çiftlik arasında, sokakların, ağaçların, dalından yenen yemişlerin, dutların tadını çıkara çıkara geçiyor. Bizim deniz, denizimizin kız, sokaklarımızın hem deniz hem kız koktuğu günler..*
Amerikan Koleji yılları, ODTÜ'ye gidiş, İzmir'e dönüş, ABD yılları... Doğduğum şehre tekrar kavuşmak 31 yıl aradan sonra... Şehirler arasında kalmak, insanlar, aşklar arasında... Annelik..

Ay ne iyi etmişim de doğmuşum... Doğumuma sebep olan babamı, beni doğuran anamı her solukta ama özellikle doğum günlerimde minnetle anmam bu yüzdendir.

İnişleri çıkışlarıyla; inci taneleri gibi gülümsemeler, elmas göz yaşlarıyla bezeli hayatımı, hayatıma çeşitli anlarda giren; girip kalan; girip çıkanları seviyorum... İyi ki varım... Var olmasam hiç birinizi tanıyamayacaktım...

Bu nedenle doğumgünüm benim olduğu kadar hepimizin aslında. Varlığım, hayatımdakilerle anlam kazanır çünkü. Birbirimizden her gün yeni bir şey öğnerek, birbirimizin ruhuna, aklına, yüreğine dokunarak... Birbirimizi merak ederek, sevinerek, kaygılanarak, her anın, her günün, her yılın o büyük tabloda farklı bir renk, farklı bir doku bıraktığının farkına vararak... Doğumgünüm kutlu olsun!

*Cahit Külebi'nin Atatürk'e Ağıt şiirinden...