tag:blogger.com,1999:blog-52113129252939888322024-03-13T20:35:09.101+03:00Aydaki Kadıniletişim, halkla ilişkiler, hedef kitle, şirket-müşteri ilişkileri, kurumsal yayın, basın ilişkileri konularında ondört yıllık tecrübe + yüksek lisans eğitimi sırasında pekişen bilgiler + merak, okuma ve gözlem tutkusunun tetikledikleri... hepsi burada, hepsi ve fazlası :-)Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.comBlogger81125tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-9713621990912137912016-07-09T18:39:00.001+03:002016-07-09T18:39:58.115+03:00HiçKoca bir hiç<br />
Hiç mi? 12 sene boyunca binlerce öpücük, binlerce gülümseme, on binlerce bakış<br />
yüzlerce bağrış çağrış, çatılan kaş<br />
anlamsız söz, manasız omuz silkiş, anlar dolusu küslük, sessizlik,<br />
<br />
sonu... hiç...<br />
o yoluna, ben yoluma...<br />
<br />
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-41209485724029427892016-06-03T00:55:00.001+03:002016-06-03T00:55:36.409+03:00Kadınlar Arası Dayanışmabirbirimizin ayağına basmayı, birbirimizi rakip görmeyi, ben böyle yaşadım o da böyle yaşasın demeyi kestiğimizde<br />
el ele verdiğimizde<br />
sınıf, etnisite, din, ırk, ulus farkı gözetmeden benzer deneyimler yaşadığımızı anladığımızda<br />
farklılıklara açık olduğumuzda ve farklılıklardan korkmadığımızda<br />
deneyimlerimizi paylaşmanın bizi zenginleştirdiğini fark ettiğimizde<br />
birbirimize dokunduğumuzda<br />
birbirimizi kucakladığımızda<br />
kendi sesimizi duyduğumuzda<br />
diğer kadınlarla dayanıştığımızda<br />
dünya çok daha güzel olacak<br />
<br />
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-65456563999502942412016-06-01T22:21:00.000+03:002016-06-01T22:21:03.167+03:00Bir yıl olmuş yazmayalıDüzenli yazabilmek müthiş bir zaman yönetimi, öz disiplin istiyor. Yazdıkça yazası; yazmadıkça yazmayası geliyor insanın...<br />
Her günün bin meselesi arasından yazmaya zaman ayırmak zorlaşıyor.<br />
Yıkanacak,asılacak, ütülenecek çamaşırlar; pişirilecek yemekler; alınacaklar; götürülecekler; getirilecekler bitip de kendi kendinle kaldığında söyleyecek bir sürü şey olduğunu biliyor ama iki kelimeyi art arda getirecek enerjiyi bulamıyorsun bazen.<br />
Ama yazmayınca da düşünceler toza dönüyor; parmaklarının arasından akıp gidiyor.<br />
Akıp gitmesin diye düşünceler...<br />
Yazmak lazım... Avaz avaz şarkı da söylemek lazımAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-31987927409373293812015-12-14T09:27:00.001+02:002015-12-14T09:28:03.000+02:00Anne olmakGeçenlerde bir yazı okumuştum... Bulsam buraya bağlantısını ekleyecektim. Neden anne olmak istemiyorum konusunda, yazan "ölme özgürlüğümü yitirmemek için" diyordu. <div>Bugün, bir arkadaşım 32 yıl önce intihar eden annesini anmış Facebook'ta. İki evladına rağmen ölme özgürlüğünü kullanan annesini... </div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-60241020691180648302014-04-03T07:51:00.001+03:002015-12-13T16:46:41.599+02:00Her fikir, fikir midir? Her fikir eşit midir? Saldırmak ifade
özgürlüğüne girer mi?Geçenlerde, Facebook'ta bir arkadaşım Nobel Ödüllü Dr. Aziz Sancar'ın, bu başarısını eğitiminin temelini Türkiye'de almış olmasına borçlu olduğu minvalindeki sözlerini yayımlamış. Ben, altına not düştüm: "Temel eğitimini bu topraklarda almış olabilir ama araştırma ortamını sağlayan ABD aslında" diye. Sonra bir başkası (başkası=arkadaşımın arkadaşı) yazmış: "bunların hepsi Türkiyeyi terkediyor, para uğruna, sonra da aaa bu zeki insanlar Türk diye övünüyoruz, Bunun neresi Türk, sen önce ülkeni terketmiceksin, seviyosan, ülkende başarılarını yapacaksın... Paraya ülkesini satıp gidenler, belli bir yerlere ulaştığında ben Türküm diye ortaya çıkıyorlar. Tanımıyorum ben bu adamı, ne ülkemi, ne te Atamı ağzına almasın"* Hem arkadaşım hem ben bu kadar sert konuşmamak gerektiğini, insanların ülkelerini çeşitli nedenlerle bırakıp gidebileceğini, her gidenin ülkesini paraya satmadığını, ülke sevgisinin illa vatanda kalmakla bir ilgisi olmadığını yazdık.<div><br></div><div>Cevap şuydu: "bakış açımız farklı, ben ülkemi seviyorum diye herkes der, terketmeye gelince.... terkedince ülke uzaktan uzağa sevilir, gönülden değil, reklam amaçlı bazıları"</div><div>Biz üsteleyince de : "demokrasi ve düşünce özgürlüğü var diye tutturmayalım o zaman. Benim düşüncem bu, sen haksızsın demek, düşünceye ket vurmaktır. Kötü ya da iyi, herkes herşeyi düşünmekle ve söylemekle serbestse, hiç kimseyi düşüncelerinden dolayı yermek, hor görmek hak değildir gibime geliyo :)"</div><div>Bu son cevap aslında yazmaya itti beni. Biz kimseyi yermiyorduk, sadece biraz daha düşünmeye ve bu denli katı olmamaya davet ediyorduk kişiyi (ben hiç tanımıyorum, ama arkadaşımın çocukluk arkadaşıymış). Biz onun düşüncesine "ket" vurmuyorduk, onun düşüncesini genişletmeye çalışıyorduk aslında. Çünkü, düşüncesi bir klişenin tekrarı, üzerinde çok düşünülmeden "doğru" kabul edilen, her hangi bir araştırmaya ya da gözleme dayanmayan, irrasyonel bir söylem, üstelik nefret içeren bir söylemden ibaretti. "Kötü ya da iyi, herkes herşeyi düşünmekte ve söylemekte serbestse" ifadesi de yeni çağın "sen önemlisin, dolayısıyla sana ait herşey önemli, özel ve doğrudur" söyleminin yankılanmasından ibaret. Her sözün değerli olmadığını, her fikrin fikir olmadığını kabul edip; tuhaf bir milliyetçilik ürününün, başkalarına saldıran ve saygısızca davranan ifadenin saygı talebinde bulunmasının da anlamsızlığını kabul etmemiz gerekiyor.</div><div>Gerçek fikirlere...</div><div><br></div><div><br></div><div>*alıntı sayfadan kopyalandığı için yazım hataları olduğu gibi bırakılmıştır</div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-19241371015194775232014-04-02T09:14:00.004+03:002014-04-02T09:14:37.123+03:00Aydınlanma Haritası mı?<img src="http://bluesyemre.files.wordpress.com/2012/07/185148_401607379885091_639166312_n.jpg" /><br />
<span style="background-color: white; color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.31999969482422px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.31999969482422px;">Bir aydınlanma haritası dolaşıyor ortada... Kitap satışlarıyla son yerel seçimlerde CHP oylarının örtüştüğünü gösteren yukarıdaki harita yani. İlk bakışta "vay be", dedirtiyor insana. Oysa tüm ülkenin kitap okuma konusunda tam bir karanlıkta olduğunu biliyoruz aslında... 2008 yılından şu linke bir bakın isterseniz </span><a href="http://blog.milliyet.com.tr/turkiye-nin-kitap-okuma-aliskanligi/Blog/?BlogNo=90672" rel="nofollow" style="background-color: white; color: #3b5998; cursor: pointer; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.31999969482422px; text-decoration: none;" target="_blank">http://blog.milliyet.com.tr/turkiye-nin-kitap-okuma-aliskanligi/Blog/?BlogNo=90672</a><span style="background-color: white; color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.31999969482422px;"> "Türkiye'de okuma alışkanlığına sahip kişi sayısı yaklaşık 40 bin" ya da, "yılda 6 kişiye 1 kitap düşüyor" diyo</span><span class="text_exposed_show" style="background-color: white; color: #141823; display: inline; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.31999969482422px;">r. Türkiye'de kitap okumaya ayrılan zaman, dünya ortalamasının üçte biri...UNESCO tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye'de okuma alışkanlığı yok denecek kadar az. Avrupa'da yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye'de sadece on binde bir. Türkiye, kitap okuma oranında dünya ülkeleri arasında 86'ncı sırada yer alıyor.<br />Gelelim bir de okunan kitapların içeriklerine... Zaten az okuyoruz, okuduğumuzda da aşk okuyoruz, macera okuyoruz.<br /></span><br />
<span class="text_exposed_show" style="background-color: white; color: #141823; display: inline; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.31999969482422px;">Bernard Berelson, 1940'ta yayımlanan <i>What Reading Does to People</i>'da "kitap okuma alışkanlığı arttıkça toplumun daha açık düşünceli insanlardan oluşmuş bir topluma dönüşeceği yolundaki beklentilerin asılsız olduğu anlaşılıyor" diyor. Çünkü, insanlar ne kadar dar kafalı iseler, o kadar dar kafalılıkla, dön-dolaş, kendi yanlış tutum, değer, inanç ve düşünce tarzının 'sırtını sıvazlayan' kitapları okurlar. (Ünsal Oskay, <i>Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım</i>.)</span><br />
<span class="text_exposed_show" style="background-color: white; color: #141823; display: inline; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.31999969482422px;"><br />O zaman ne işe yarıyor bu harita? ya da aslında ne anlatıyor? Harita, çıkan oyların sosyo-ekonomik analizini yapmaktan ziyade, kendimizi haklı göstermeye, AKP'ye oy verenleri bir kez daha ötekileştirmeye, onları cahil olmakla, kitap okumamakla suçlayıp durumu "meşrulaştırmaya" yarıyor sadece. Değilse, hepi topu bir kitap fazla okumakla "aydınlanmaz" insan...</span>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-32648855184026066712014-04-01T09:42:00.005+03:002014-04-01T09:42:44.070+03:00Pendik'te Bir GünSıradan bir gün değil. Seçim günü, sandık başı. Oy ve Ötesi girişiminin gönüllüsü olarak Pendik'teyiz. Akıllı telefonların saatlerin son dakikada bir gün sonra değişecek olmasına akıllarının basmaması nedeniyle bir saat daha erken uyanıyoruz güne. Yüzünü ve soyadını bilmediğim yeni arkadaşım Naci Bey (tam da anaokulu çocuğu moduna geçmiş durumdayız, birlikte "oyun oynadığımız" ama adını bilmediğimiz "en iyi arkadaşlarımız" var, yeniden) beni bekliyor, Pendik'e gitmek için "car-pool" oluşturmuş durumdayız. Arabada benden başka müzik öğretmeni Müge ve eşi Murat da var; ilk defa yüz yüzeyiz. Sabah 6'dan gece yarısını geçene kadar sürecek bir deneyim bekliyor bizi. Herkes, sandviçleri, suları hazırlamış; heyecanlı.<br />
<a href="https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcT2kWJbxEQ8Xg3deY76J-T7shceY74eN69EQGwASvpSA1K-kIYUwA" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="242" src="https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcT2kWJbxEQ8Xg3deY76J-T7shceY74eN69EQGwASvpSA1K-kIYUwA" width="320" /></a>Müşahit olduğumuz okulun önündeki çay ocağı açık; içeride CHP'liler, Oy ve Ötesi gönüllüleri neler yapacağımızı, nelere dikkat edeceğimizi konuşup görev başı diyoruz; saat 6:45.<br />
Benim görev yerim Elka İmam Hatip Orta Okulu 1348 no'lu sandık. 296 seçmeni var. Sandık kurulu başkanı, Fen öğretmeni Naci Bey, kurul üyeleri bir CHP'li, bir AKP'li, bir MHP'li, iki genç delikanlı... Kendimi tanıtıyor, köşede bir yer yapıyorum. Onlar, zarfları ve oy pusulalarını sayıyor, damgalıyorlar. Oy pusulalarının hepsinin aynı noktaya damgalanmasına dikkat ediyorlar. 300 mavi (belediye seçimleri), 300 mor (muhtarlık seçimleri) zarf; 350 sarı (belediye meclisi), 364 mavi (ilçe belediye başkanı), 374 beyaz (büyük şehir belediye başkanı) pusulası var. Sınıfın penceresini açıyor biri, bana bakıp "birazdan kokmaya başlar burası" diyor.<br />
<br />
Sandığa ait seçmen listeleri kapıya asılıyor. Sandıklar mühürleniyor. Her şey hazır. Derken içeri giren ve adını öğrenemediğim bir beyefendi "müşahitler" dışarı diyor. Bina sorumlumuz Pelin Hanım'ı arıyorum; YSK bina sorumlusunu buluyoruz. O da, oy sayımına kadar oda dışında olmamızı söylüyor. Pek kafamız basmıyor ama gerginlik de çıkarmak istemiyoruz. Ben durumu Facebook'a yazıyorum, Baro'dan seçim gönüllüsü bir çocukluk arkadaşım dilekçe yazdırıyor. Pendik'ten sorumlu bir avukat arkadaşının telefonunu veriyor. 2 saat gibi bir sürede çözümlüyoruz ve ben tekrar sınıftaki yerimi alıyorum. (Sosyal medyanın gücü bir kez daha kendisini gösteriyor.)<br />
<br />
Çoluk, çocuk,genç, yaşlı, kadın,erkek sabahın erken saatlerinden itibaren oy vermek üzere gelmiş durumda. Zaten saat 15:30 itibariyle sandıkta kayıtlı seçmenin %90'ı oyunu kullanmıştı bile. Sandıklar, mahalle bazında düzenlendiği için her kes birbirini tanıyor neredeyse, selamlaşıyorlar. Kadınların hemen hepsi pardösülü, baş örtülü. Bizim sandıktan bile belliydi bu seçimde katılımın yüksek olacağı.<br />
<br />
Öğlen vakti, oy verenler azaldığında, biz de oy vermek üzere aynı ekip toplanıp kendi sandıklarımıza gittik. Bu arada, sandık görevlilerinden, aslında MHP yanlısı olduğunu sonradan öğreneceğim AKP gözetmeni Yasin (biraz haylazmış, liseden sonra okumamış) "Abla siz nerede oy kullanıyorsunuz?" dedi, "Kadıköy"cevabımı duyunca da "Ya, abla,memleketi siz mi kurtaracaksınız, verin oyunuzu, inin sahile, dolaşın" diye tepki gösterdi bana. Vatandaşlık sorumluluğundan bahsettim ona, seçimlerin şeffaflığının neden önemli olduğunu anlattım. Oyumu kullanıp döndüğümde, "karnın aç mı?" dedi, benimle sandviçini paylaşmak istedi.<br />
<br />
Öğleden sonra iyice seyrekleşti seçmenler. Vakit geçmek bilmedi, kalabalık azalınca. Sandıkların kapanma saati yaklaştıkça AKP'li müşahitler doldurdu odayı. Sıralar çekildi. Hazırlıklar tamamlandı. 17.02'de oy kullanmak için gelen bir seçmene geç kaldığı söylendi.<br />
Sayıma geçilmeden oy kullanan seçmenler, kalan zarflar ve pusulalar sayıldı.<br />
Kalan mor zarf 31<br />
Kalan mavi zarf 29<br />
Oy kullanan seçmen sayısı 265 +6 (sandık kurulu üyeleri)<br />
<br />
17:10'da mühür açılarak sayıma belediye seçimlerinden başlandı. Önce zarflar sayıldı ve kontrol edildi, sonra zarflar açılarak kontrol edildi. Bir zarf, içinden muhtarlık pusulası çıktığı için geçersiz ilan edilerek ayrıldı.<br />
<br />
Çıkan pusulalar kontrol edildi. Hepsi mühürlü, ve sandık kurulu mühürü aynı noktaya basılmış haldeydi. (yani dışarıdan bir pusula sokulmamıştı.) açılan zarflardan bir beyaz, bir de mavi pusula eksik çıktı.<br />
<br />
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oy dağılımı (5 geçersiz oy)<br />
157 AKP<br />
80 CHP<br />
19 MHP<br />
3 Saadet<br />
1 DSP<br />
1 BBP<br />
1 İP<br />
1 HDP<br />
1 HEP<br />
toplam: 264<br />
Pendik İlçesi Belediye Başkanı oy dağılımı (7 geçersiz oy)<br />
147 AKP<br />
66 CHP<br />
33 MHP<br />
12 Saadet<br />
1 HDP<br />
1 İP<br />
1 DSP<br />
1 DP<br />
toplam: 262<br />
Pendik Belediye Meclisi oy dağılımı (12 geçersiz oy)<br />
141 AKP<br />
63 CHP<br />
42 MHP<br />
5 Saadet<br />
3 HDP<br />
2 DP<br />
1 DSP<br />
1 TKP<br />
1 İP<br />
toplam: 259<br />
7 adet lekeli pusula da lekelerin hepsinin aynı noktada olması göz önüne alınarak geçerli sayıldı.<br />
<br />
Başlangıçta, odadan çıkmamı isteyen ve dilekçe alana kadar da izin vermeyen sandık başkanı, tutanakların yazılması anında yardımımı istedi. Tutanakların yazılması, imzalanması; geçerli ve geçersiz oyların torbalanıp mühürlenmesi gece yarısını buldu.<br />
Bu arada, seçimin en gergin ayağı muhtarlık seçimleriydi. <br />
Sonuçlar açıklandığında, başörtülü bir CHP'li, "bu kadar çocuk boşuna mı öldü?, bu insanlar hala yalana, dolana, hırsıza nasıl oy verebiliyor" derken ağlamaklıydı.<br />
Benim için muhteşem bir deneyimdi. Bu nedenle Oy ve Ötesi'ne müteşekkirim. Gezi'nin rüzgarı bizi örgütlemiş, mahallemiz dışında bir yere gitmemizi, oradaki evlatları için güzel günler hayali kuran insanlara dokunmamızı sağlamıştı.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-63104499750435009842013-04-27T13:15:00.000+03:002013-04-27T13:15:58.909+03:00Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlarda Halkla İlişkiler- III Hedef Kitle<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgU9wjsZrdHuai9SLBmC2AORgdMR16pn-SToZmT347t_Vnk5YF6tAWXfAuBDfsTMxjcgXm0oNsJms580zDCeZXuQY_aSS8vZUURLOxUMfZn-V_O6JtQkpVBWpn9kfLPSRsZ3DfPiXxr5ZKi/s1600/target+audience.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgU9wjsZrdHuai9SLBmC2AORgdMR16pn-SToZmT347t_Vnk5YF6tAWXfAuBDfsTMxjcgXm0oNsJms580zDCeZXuQY_aSS8vZUURLOxUMfZn-V_O6JtQkpVBWpn9kfLPSRsZ3DfPiXxr5ZKi/s320/target+audience.jpg" width="320" /></a>İyi bir halkla ilişkiler profesyonelinin hedef kitlesini iyi tanıması beklenir. Hele ki kâr amacı gütmeyen bir kuruluş için çalışıyorsa... Kısıtlı kaynakları en doğru ve verimli şekilde kullanmak için bu bilgi şart. Temelde hedef kitlenizi şöyle sınıflandırabilirsiniz: hizmet ettiğiniz grup (misyonunuzda belirlediğiniz hizmetleri sunduğunuz kitle), bu hizmeti beraberce götürdüğünüz grup (çalışanlarınız, üyeleriniz, bağışçılarınız, gönüllüleriniz, yönetim kurulu üyeleriniz ya da mütevellileriniz gibi), bu hizmeti götürürken hizmet aldıklarınız, kendilerini size yakın hissedenler ve amacınızı kendi var oluş nedenlerine yakın bulanlar (potansiyel çalışanlarınız, üyeleriniz, bağışcılarınız, mütevellileriniz, yönetim kurulu üyeleriniz), geniş kitlelere ulaşmanızı sağlayayacaklar (başta geleneksel ve sosyal medya mensupları ve kanaat önderleri), kamu sektörü ve devlet (yerel ya da merkezi), rakipleriniz ve işbirliği yaptıklarınız... </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Hedef kitle(leri)nizin demografik profilleri kadar psikografik özelliklerini de bilmeniz, onları zaman zaman tek tek ama en azından grup olarak çok yakından tanımanız gerekir.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Demografik özellikleri bilmek nispeten daha kolaydır: Bu özelliklerin önemli bir bölümünü sadece görerek bile anlarız. Diğerleri içinse kısa bir anket yeterli olacaktır: Hatırlayalım, neler demografik özelliklere girer? : Cinsiyet, yaş, yaşanan bölge/şehir, gelir düzeyi, eğitim,meslek, etnik ya da dini kimlik, toplumsal sınıf </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Psikografik özellikler ise kişilerin kişilik özellerini, değerlerini, davranış biçimlerini, boş zamanlarını nasıl değerlendirdiklerini, kısaca yaşam tarzlarını bilmeyi gerektirir.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Büyük şehirde yaşıyan, üniversite eğitimi almış, orta seviye yönetici, dolayısıyla aylık 3000-5000 TL kazanan 30-40 yaş arası tüm kadınların aynı tutum ve davranış içinde olmadığını, bir grubunun örneğin spora zaman ayırırken diğer bir grubunun hiç spor yapmadığını hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla hedef kitlemizi belirlerken, sadece demografik bölümle yapmak yetersiz kalacaktır.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Psikografik araştırma aşağıdaki yaşam tarzı boyutlarını içerir:</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<img alt="Yaşam tarzı boyutları" class="alignnone size-full wp-image-1392" height="187" src="http://notoku.com/wp-content/uploads/3168_04_tab_01.gif" title="Yaşam tarzı boyutları" width="523" /><br />
<br />
Hedef kitlenizi iyi tanımak, halkla ilişkiler araçlarınızı belirlerken size yol gösterecektir. Nereye ilan vereceğinizden, size kimin haber yapacağına, broşürlerinizde web sitenizde kullanacağınız dilden görsel seçinize, hazırlayacağınız etkinliğin temasından bağışçılarınızla ya da potansiyel bağışçılarınızla nasıl ilişki kuracağınıza her konuda hedef kitlenizi göz önüne almak zorundasınız.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-39056703949856752442013-04-19T13:45:00.000+03:002013-04-27T10:12:57.950+03:00Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlarda Halkla İlişkiler- III Misyon- Vizyon ve Amaçlar<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVBUp-d-yqH63w6Dm3rQqn0aBvADqOFFx1SPxu0CliTlqPbtafFg3tc_t20yEeehGYOQGsr-r99fbQOsENClPoUBzblvXCOgb58i4lekWe1YQyDhWgWe4PRotlR08zDDdOFJIhAcJn0LBp/s1600/mission+statement.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="285" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVBUp-d-yqH63w6Dm3rQqn0aBvADqOFFx1SPxu0CliTlqPbtafFg3tc_t20yEeehGYOQGsr-r99fbQOsENClPoUBzblvXCOgb58i4lekWe1YQyDhWgWe4PRotlR08zDDdOFJIhAcJn0LBp/s400/mission+statement.jpg" width="400" /></a>Kâr amacı gütmeyen kuruluşlara özgü bir durum değil aslında var oluş nedenlerini belirleme zorunluluğu.<br />
Özel sektörde ya ya kamu sektöründe yer alan tüm kurumların hatta tek tek bireylerin üzerinde düşünmesi gereken bir konu bu. Neden varım; ne yapıyorum, kimim; ne yapmak, var olduğum ortamda nasıl bir iz bırakmak istiyorum sorularının cevaplarını iyi bilmeli; bu cevaplar içinde rakiplere kıyasla nasıl konumlanacağımızı; "Unique Selling Proposition"ımızın ya da benzersiz satış teklifimizin ne olduğunu iyi düşünmeliyiz.<br />
<br />
Kâr amacı gütmeyen kuruluşların, en büyük sıkıntısı, bence, var oluş nedenlerinin "kerameti kendinden menkul" olduğunu düşünmeleri ve yöneticilerini /çalışanlarının ya da gönüllülerinin buna gönülden inanmaları. Uzun yıllar halkla ilişkiler sorumlusu olarak çalıştığım vakfın yöneticilerine vakfın eğitim kurumları için hazırlanan misyon belgesinin vakfın misyonu olmadığını, ikisinin birbirinden ayrı şeyler olduğunu anlatamamanın acısını ve sıkıntısını ben yaşadım; eminim bu konuda yalnız değilim. <br />
<br />
Örneğin "Çevreyi korumak için bir araya gelmiş bir derneğim, vakıfım işte. Çevreyi korumak başlı başına iyi bir şey zaten. Daha neyi düşüneceğim?" deseler ben çevreye değer veren biri olarak TEMA'yı Greenpeace'ten, Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nı Çekül'den, Turmepa'yı ÇEVKO'dan nasıl ayırt edeceğimi nasıl bileceğim? Hangisine destek vermem, bağış yapmam gerektiğine nasıl karar vereceğim? Ya da her işin başı eğitim dediğimde karşıma çıkacak onlarca dernek ya da vakıftan hangisini tercih edeceğimi nasıl anlayacağım?<br />
<br />
Evet, adı üstünde bu kuruluşların amacı kâr etmek değil, ama güçlü olmak, etkili olmak, projelerini hayata geçirebilmek için destekçi (bağışçı ve gönüllü) sayılarını artırmaları gerekmiyor mu? Dolayısıyla kendilerini, fikirlerini, projelerini, ya da hizmet ve ürünlerini "satmaları" gerekiyor. Satabilmek için de öncelikle kim olduklarını, ne yaptıklarını bütün netliğiyle onların bilmesi lazım. Bu işin başı da adına "misyon" demeseler de varlık nedenlerini en kısa, öz, anlaşılır, kendilerini rekabet ortamında farklılaştıracak şekilde anlatmaları lazım.<br />
<br />
Bu ilk adımsa ikinci adım kurumun vizyonu ve amaçlarının belirlemesi olmalıdır: Kurumun profesyonel yöneticileri, mütevellileri, yönetim kurulu üyeleri kısa, orta ve uzun vadelerde kuruluşlarının olacağını, ne yapacağını, hedeflerini; bu hedeflere ulaşmak için nasıl yollar izlemeyi planladıklarını; kurumla ve kurumun sunduklarıyla ilgili nasıl bir gelecek öngördüklerini ortaya koymalıdırlar.<br />
<br />
Bu çalışmayı yapanlar, bu tarzdaki öngörülerin dünden bugüne değişmediği- zaten değişmemesi de gerektiği - gerçeğini kabul ederek; dolayısıyla alınan kararların uygulamasında tutarlı olmalarını bilerek; uygulamalarda yapılacak günlük, haftalık ya da aylık değişimlerin uzun vadede kendilerine zarar vereceğini bilerek hareket etmelidirler. Ancak ölçme değerlendirme yapmanın önemi ve belli aralıklarla gerekli revizyonların bu değerlendirmeler üzerinden yapılabileceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle kurum politikaları, misyon ve vizyonu ile hedefleri belirlenirken mutlaka ölçülebilir, somut ölçütler konması gerektiği akıllarından çıkarılmamalıdır.<br />
<br />
Örnek vermek gerekirse, bir mezunlar derneği XXX okulundan mezun olanların birbiriyle ve okullarıyla ilişkilerini ve işbirliğini devam ettirmek; mezun oldukları okula maddi ve manevi destek sağlamak; aynı okulda hali hazırda öğrenci olanlar arasında maddi desteğe ihtiyaç duyanlara burs vermek gibi amaçlar güdüyor olabilir. Ancak bu amaçlar elle tutulabilir, ölçülebilir amaçlar değildir. Oysa, mezunlar veri tabanı kurmak ve güncellemek gibi bir amacı ölçebilirsiniz. Üç ayda bir çıkaracağınız dergi ölçülebilir bir hedeftir. Bu dergilerin mezunlarınızın en az %80'ine ulaşmasını sağlamak ya da senede bir 1000 kişinin (mezun sayınıza bağlı tabii, bu 150 de olabilir) katılacağı "gün" düzenlemek de. Hedefleriniz arasında mezunların belli bir yüzdesinin düzenli aidat ödeyen dernek üyesi olması; her sene bu sayının belli bir oranda artması; belli sayılarda e-bülten/bülten gönderilmesi mutlaka olmalıdır. Aksi takdirde başarılı olup olmadığınızı ölçebilme; uygulamalarınızı değiştirirken bu değişiklikleri bilimsel temellere oturtabilme şansınız olmaz. Derneğinizde hep aynı kişiler birbirleriyle görüşür; aynı kişiler dernekte görev alır; aynı etkinlikleri tekrarlayıp dururken, dışarıda kalanlar size burun büker!<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-23038092815118647882013-04-14T16:06:00.001+03:002013-04-19T10:28:03.826+03:00Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlarda Halkla İlişkiler - II:Kâr amacı gütmeyen kuruluş ne iş yapar Derse tam anlamıyla giriş yapmadan önce kavramları netleştirmekte, oturtmakta fayda var. Dolayısıyla sıra geldi ders başlığındaki ikinci kavramı irdelemeye...<br />
<br />
<strong> II:Kâr amacı gütmeyen kuruluş kimdir, necidir, ne iş yapar?</strong> <br />
Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ya da sivil toplum kuruluşları üçüncü sektör olarak da bilinen bir alanda yer alırlar. Özel sektör, ürün ya da hizmetinin satışından kâr etmek amacıyla varlığını sürdürür. Kâr, şirketin sahibi, ortakları, hissedarları arasında pay edilir. Bu, o kişiler için bir gelir kaynağıdır. Kâr etmeyen bir özel şirket zaman içinde var olma gerekçesini kaybetmiş demektir. <br />
Kamu sektöründe yapılan işlerse, genel devlet bütçesinden karşılanır. Amaç tüm halkın asgari ölçüde bu hizmet ya da ürünlere ulaşmasını sağlamaktır. Tüm vatandaşlar kazançları doğrultusunda vergilendirilerek bu sektörün sağladığı hizmet ve ürünlerin sunulmasına katkıda bulunurlar. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlarsa toplumda gördükleri bir ihtiyacın karşılanması bir eksikliğin ya da haksızlığın giderilmesi, her hangi bir konudaki düşünce tutum ve davranış değişikliğine gidilmesi için çalışırlar. Bahsi geçen dernek ya da vakıfların gelirleri üyeler, yöenticiler arasında paylaştırılmaz; varoluş nedenlerini gerçekleştirecek projelerin devamlılığını sağlamak amacıyla, projelerine, hizmetlerine ya da ürünlerine kaynak olarak aktarılır.<br />
<br />
Kâr amacı gütmeyen kuruluş içinde bulunduğu mikro ya da makro toplumda karşılanmayan bir ihtiyacı gidermek, bir sorunu çözmek ya da dikkat çekmek; insanların tutum ve davranışlarını değiştirmek amacıyla kurulur. Herkesi ya da her şeyi kapsamak gibi bir amaçları yoktur, olması da gerekmez zaten.<br />
Bahsi geçen ihtiyaç ya da sorun, örneğin bir meslek grubunun meşrulaştırılması, saygınlaştırılması, yaygınlaştırılması, mesleki uygulamaların standartlaştırılması, melek etiğinin; meslek profesyonellerinin hak ve sorumluluklarının belirlenmesi; gerekli yönetmeliklerin hazırlanması,uygulamaya konması, meslek gelişimine yönelik eğitimlerin düzenlenmesi, yasal düzenlemelerin yapılması için lobicilik yapılması olabilir. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda, bu ihtiyaçları karşılamak amacıyla da meslek odaları ya da mesleki dernekler ya da vakıflar kurulur.<br />
<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz29vG-5UNHndXrxeH7kFq9FCIaImkqlxSs1bs1a3LzEvrPtHsRx0hGhTprkoB-l9drE2mQl491yklvGV381CQJcgOt0dyfkAw9iPvlg-0OqQEPH1Ikg-EmzimhQtSaACkEcqSti5kzTZR/s1600/nonprofit.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz29vG-5UNHndXrxeH7kFq9FCIaImkqlxSs1bs1a3LzEvrPtHsRx0hGhTprkoB-l9drE2mQl491yklvGV381CQJcgOt0dyfkAw9iPvlg-0OqQEPH1Ikg-EmzimhQtSaACkEcqSti5kzTZR/s320/nonprofit.jpg" width="303" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kar amacı gütmeyen kuruluşların en büyük özelliği aynı amaca hizmet etmek için bir araya gelmiş gönüllüleridir. </td></tr>
</tbody></table>
<br />
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-56117889174552270522013-04-14T14:46:00.001+03:002013-04-14T14:48:12.733+03:00Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlarda Halkla İlişkiler - I: Halkla İlişkiler Nedir?Madem ki dersin adı Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlarda Halkla İlişkiler dersin ilk haftasında üzerinde mutabakata varılması gereken iki ana konu var...<br />
<strong></strong><br />
<strong>I. Halkla ilişkiler nedir?*</strong><br />
Yaptığınız iş ne olursa olsun özellikle de küçük bir çocuktan gelecek "ne iş yaparsın" sorusuna verecek basit ama anlamlı bir tanımınız bulunmalı diye düşünenlerdenim. Bu tanımı bulmak, küçük bir çocuğun anlayacağı kadar basite indirgeyebilmek zihinsel bir aktivite gerektirir. İşinizin felsefesini düşünerek, belki biraz kitap karıştırmak, günlük aktivitelerinizi kavramsallaştırmak, kategorileştirmek sizde farkındalık kazandıracak, beraberinde eminim verimliliğinizi artıracaktır. Bu nedenle bir halkla ilişkiler profesyonelinin ya da adayının konuyu düşünmesinde ve kendi tanımını oluşturmasında fayda vardır.<br />
<br />
Halkla ilişkiler (İngilizce kısaltmasıyla PR), öncelikle bir yönetim fonksiyonudur. Halkla ilişkiler profesyoneli sadece bir uygulamacı değildir. Kararların alınmasında ve şekillendirilmesinde, planlamada, bütçelemede uygulamada olduğu kadar etkili olmak durumundadır. Temel görevi bir kuruluşla (bahsi geçen kuruluş özel sektörde ya da kamu sektöründe ya da birazdan anlatacağımız üçüncü sektörde yer alıyor olabilir) o kuruluşun (bazen de bir hareketin, kampanyanın ya da kişilerin) hedef kitlesi arasındaki karşılıklı iletişimini kurmak ve sürdürmektir.<br />
Halkla ilişkiler faaliyetleri<br />
<ul>
<li>Öncelikle yönetimsel bir fonksiyondur. </li>
<li>Bilinçli ve isteyerek yapılan düzenli ve sürekli faaliyetlerdir. Etkilemek, anlayış kazanmak, bilgi sağlamak ve faaliyetlerden etkilenen kitlelerin tepkilerini ölçmek üzere şekillendirilir. Gelen tepkiler doğrultusunda yeniden yapılandırılır. </li>
<li>Planlama, uygulama, ölçme ve değerlendirme, yeniden planlama aşamalarından geçer. Bu nedenle döngüsel bir yapısı vardır. </li>
<li>Bütünseldir: çeşitli sorunların çözümlerini bulmak, faaliyetlerin lojistik unsurlarını düşünmek; durumu, kitleyi, trendleri araştırmak ve analiz etmek işin bir parçasıdır.</li>
<li>Etikten uzaklaşılmadan yapılmalıdır. Bu kuralın başında (halka, hedef kitleye) sunulan içeriğin/bilginin doğruluğu yatar.</li>
<li>Bir kurumun yasal ya da ahlaki olmayan tutum ve davranışlarının; kalitesiz hizmet ya da ürünlerinin arkasına saklandığı faaliyetler değildir. Etkili halkla ilişkiler birey ya da kuruluşun gerçek performansına ve politikalarına dayandırılmalıdır. </li>
<li>İdealde kuruluşla hedef kitlesi arasında karşılıklı yarar sağlamak üzere yapılmalıdır. </li>
</ul>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWNfbUAtmAT8kdyVDoUZlJbcjx_kgxlvm5tsTwQ4FyHf0xY8Bqbf05r9C433PHCTFj761Ccn97_7NvcnVoXBuudj8PHWliayZJFa1_XJU3KbTKZgXtFG5k2yzyCvNAYyTibm2q99Zs8yzN/s1600/PR1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="291" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWNfbUAtmAT8kdyVDoUZlJbcjx_kgxlvm5tsTwQ4FyHf0xY8Bqbf05r9C433PHCTFj761Ccn97_7NvcnVoXBuudj8PHWliayZJFa1_XJU3KbTKZgXtFG5k2yzyCvNAYyTibm2q99Zs8yzN/s320/PR1.jpg" width="320" /></a></div>
<strong></strong><br />
<br />
<br />
* Konuyla ilgili yüzlerce kitap olduğunu söylesek yalan olmaz her halde. Ama ben bu blog yazısını yazarken raflarıma göz attığımda gördüğüm birkaç kitabın ismini, yazarlarının soyadlarını alfabetik sıraya koyarak vereceğim:<br />
<ul>
<li><a href="http://www.idefix.com/kitap/teorik-ve-uygulamali-halkla-iliskiler-kampanyalari-ceyda-aydede/tanim.asp?sid=X6XGUNNHWU3USNTSE88H" title="Teorik ve Uygulamalı Halkla İlişkiler Kampanyaları"><span style="color: black;"><strong><em>Teorik ve Uygulamalı Halkla İlişkiler Kampanyaları</em></strong></span></a>, Ceyda Aydede</li>
<li><strong><em>The Handbook of Strategic Public Relations and Integrated Marketing Communications</em></strong>, Clarke L. Caywood</li>
<li><strong><em>Excellence in Public Relations and Communication Management</em></strong>, James E. Grunig<strong><em></em></strong></li>
<li><strong><em>Halkla İlişkiler Kavram, Strateji ve Uygulamaları</em></strong>, Ayla Okay, Aydemir Okay</li>
<li><strong><em>Halkla İlişkiler; Neyi, Nasıl Yapmalı?</em></strong> Aylin Pira ve Dr. E. Pelin Baytekin</li>
<li><strong><em>Halkla İlişkiler Üzerine Çeşitlemeler</em></strong>, Aylin Pira</li>
<li><strong><em>Halkla İlişkiler Pratiği El Kitabı</em></strong>, Cevdet Tellioğlu</li>
</ul>
<br />
* Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-16209935021725681022013-04-14T14:46:00.000+03:002013-04-14T14:46:26.277+03:00Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlarda Halkla İlişkiler Dersine GirişOn dört yıl süresince bir vafın halkla ilişkiler sorumluluğunu üstlenip, ardın da bu alanda yüksek lisans derecemi alınca, gençlerin iş konusunda ufuklarını genişletmek, onlarla tecrübelerimi paylaşmak zamanı geldiğini düşündüm. Derse girme işini en son 1992-1994 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi'nde genç bir araştırma görevlisiyken yapmıştım. O yıllarda bölümde görevli Fulbright profesörü Joel Hodson, birinci sınıflara zorunlu olan Amerikan tarihi I ve II'yi birlikte vermemizi sağlamıştı. İkiye böldüğümüz sınıfın bir bölümüne bir hafta o bir hafta ben ders veriyor, sonraki hafta bölümleri değiştiriyorduk. Bu fırsatı bana tanıdığı için minnetarım, çünkü derse girmek başka bir deneyim.<br />
<br />
Derste konunuzu iyi bilmeniz yetmiyor; sunum yeteneğinizin gelişkin olması,izleyicilerinizin beden dilini, yüz ifadesini çözümleyebilmeniz, nerelerde duracağınızı bilmeniz ya da hissetmeniz gerekiyor. gençlerin ilgisini her daim canlı tutmak çaba gerektiriyor.<br />
<br />
Ellidört gencecik öğrencimle, özellikle derslere düzenli gelmek konusunda titizlik gösterenleriyle derneklerin ve vakıfların halkla ilişkilerini yürütme konusunda çalışıyoruz. Ders anlatmak, özellikle de zaman zaman basite indirgeyerek,anolojiler kurarak, gündemle bağlantılandırarak anlatmak; öğrenciler için olduğu kadar öğretmen için de öğretici bir süreç. Hazırlık yapmak, çalışmak, doğru örnekleri bulmak gerekiyor. Bu da öğretenin öğrenmesini sağlıyor. On dört yıldır bildiğim konuyu tekrar öğrenmemi sağlayan öğrencilerime özellikle müteşekkirim.<br />
<br />
<br />
Ayrıca, bana ders verme fırsatını tanıyan Yeditepe Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ayseli Usluata'ya ve tüm bölüm çalışanlarına ama özellikle de derslerden önce her türlü teknik desteği sağlayan bölümün web master'ı - yüksek lisans sınıf arkadaşlarımdan- Şafak Kömürlü'ye teşekkür borçluyum.<br />
<br />
<br />
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-38530969076755247062013-03-07T19:43:00.001+02:002013-03-08T10:51:36.392+02:00Sözcülük görevi verdiğiniz ünlü ile savunduğunuz mesele arasındaki
ilişkiye dikkat edinAile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın himayesinde gerçekleşen Zeytinburnu Belediyesi ve Kültür Derneği'nin organize ettiği "8 Kadın, 8 Hayat" projesi için 8 ünlü kadın Mehmet Turgut'un objektifine poz verdi.<br />
<br />
Poz verenlerden biri de ünlü olduğu günden itibaren feminism konusundaki olumsuz düşüncelerini dile getirmekten çekinmeyen, "akıllı kadın dayak yemez" ya da "dayağı hak eden var, hak etmeyen var" gibi incilerini ortaya döküveren Hülya Avşar. <br />
<br />
Kadına karşı şiddetin ya da salt şiddetin hak etmekle bir ilgisi olmadığını, şiddete başvurmadan da çözüm yolları olabileceğini, şiddete maruz kalmanın aptallıkla ya da akılla ilişkisinin bulunmadığını anlamayı reddeden bir ünlüyü sadece ünlü diye yüzünüz ya da da sözcünüz yapmak tehlikelidir. <br />
<br />
Kullandığınız ünlü, savunduğunuz meseleyi ne kadar ciddiye aldığınızın, üstünde ne kadar düşündüğünüzün bir göstergesidir. Yapmasaydınız keşke, bu kadar büyük bir sorunu, sorunu ciddiye almayan birisini kullanarak gündeme getirmeseydiniz. Şu an verdiğiniz izlenim, bu işi hiç ciddiye almadığınız çünkü... Şiddeti hak eden kadınların olduğuna inandığınız. Medyada gündem yaratacak bir işe imza atmak istemişsiniz, belli, ama iş doğru gündem yaratmaktan geçiyor. Sırf gündem yaratmak yetmiyor! Umarım bundan bir ders alırsınız..<br />
<br/><br/><div class="separator"style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8VVu_SqqQxnu23l1ye90mzHbfPqUuWsODIt0krqn9CVKbvSIuTUiD07SrjFBdhIn2jA0CUG3p8yDmNshG6BbhFr72IFgaat4zOrh4m-kAj3Lkuk6GRKaZQ4wHOnxRHflvlj8RPeJnrnxs/s640/blogger-image-758151405.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8VVu_SqqQxnu23l1ye90mzHbfPqUuWsODIt0krqn9CVKbvSIuTUiD07SrjFBdhIn2jA0CUG3p8yDmNshG6BbhFr72IFgaat4zOrh4m-kAj3Lkuk6GRKaZQ4wHOnxRHflvlj8RPeJnrnxs/s640/blogger-image-758151405.jpg" /></a></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-36904217601818977332013-03-03T13:57:00.001+02:002013-03-03T13:58:06.922+02:00DoğumgünüKırkaltı yıl önce bugün, sabaha karşı, babamın kullandığı minik bir vosvos, arabada Fethiye yenge, annemin yanında... Hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlar annemi ve artık dünyaya gelmeye hazırlanan beni. ... Maçka'dan Dolmabahçe'ye iniyorlar, lastik patlıyor. 46 yıl öncesinin İstanbul'u.. İn cin top oynuyor ortalıkta... Müştesini havaalanına götüren bir taksi geçiyor "bırakıp geleyim abi" diyor ama benim beklemeye mecalim yok... Lastik değiştiriliyor, Samatya'ya gidiliyor... Hastaneye girmemizin üstünden çok zaman geçmeen doğuyorum işte... Babamın o zaman çalıştığı Wythe'taki bir arkadaşına verdiği söz üzerine Leyla oluyor adım, oysa ağabeyim o sıralar okuduğu kitapların kahramanının adını vermek istiyor kızkardeşine.. Doğumum üstüne dedemin gönderdiği telgrafta "Ayşegül'ün" doğumu kutlanıyor... Herkes "kız" diye seviyor ama beni, bu nedenle 2-3 yaşıma kadar adımın kız olduğunu sanıyorum...<br />
Daha birinci köprü inşa edilmeden, babaannemin ölümü üzerine İzmir'e dönüyoruz, bir kaç sene sonra. Çocukluk, gençlik yılları biraz Güzelyalı, biraz Bornova, haftasonları Salihli'deki çiftlik arasında, sokakların, ağaçların, dalından yenen yemişlerin, dutların tadını çıkara çıkara geçiyor. Bizim deniz, denizimizin kız, sokaklarımızın hem deniz hem kız koktuğu günler..*<br />
Amerikan Koleji yılları, ODTÜ'ye gidiş, İzmir'e dönüş, ABD yılları... Doğduğum şehre tekrar kavuşmak 31 yıl aradan sonra... Şehirler arasında kalmak, insanlar, aşklar arasında... Annelik.. <br />
<br />
Ay ne iyi etmişim de doğmuşum... Doğumuma sebep olan babamı, beni doğuran anamı her solukta ama özellikle doğum günlerimde minnetle anmam bu yüzdendir. <br />
<br />
İnişleri çıkışlarıyla; inci taneleri gibi gülümsemeler, elmas göz yaşlarıyla bezeli hayatımı, hayatıma çeşitli anlarda giren; girip kalan; girip çıkanları seviyorum... İyi ki varım... Var olmasam hiç birinizi tanıyamayacaktım...<br />
<br />
Bu nedenle doğumgünüm benim olduğu kadar hepimizin aslında. Varlığım, hayatımdakilerle anlam kazanır çünkü. Birbirimizden her gün yeni bir şey öğnerek, birbirimizin ruhuna, aklına, yüreğine dokunarak... Birbirimizi merak ederek, sevinerek, kaygılanarak, her anın, her günün, her yılın o büyük tabloda farklı bir renk, farklı bir doku bıraktığının farkına vararak... Doğumgünüm kutlu olsun! <br />
<br />
*Cahit Külebi'nin Atatürk'e Ağıt şiirinden...Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-23648907574523759492013-03-02T09:52:00.001+02:002013-03-02T09:52:01.676+02:00Şehir içinde hız sınırı artıyormuş: amaç trafik sıkışıklığını çözmekDerler ya bir kişiyi gerçek anlamda ya seyahatte ya içki sofrasında tanırsınız diye. Bir toplumla ilgili genel kanının trafikle ilişkisi ilişkisi üzerinden oluşturulabileceğine inanlardanım. <br />
İnsanların kurallarla ilişkileri nasıl? Birbirlerine saygılılar mı? Anlayışlı ve yardımseverler mi? O toplumda insan hayatına ne kadar değer veriliyor? Halkın genel risk algısı, bencillik seviyesi ne boyutta? Bu soruların cevaplarını sokakta trafiği bir nebze takip ederek bulmak mümkün. <br />
<br />
<br />
Büyük şehirlerimizde, hele ki İstanbul'da yaşayanların sokakta olduğu her an tanık olabileceği trafik sıkışıklığının, yeterince hız yapamamaktan kaynaklanmadığı kesin. Altyapı sorunlarını ve yetersizliği bir yana bırakarak, esas sıkıntının insan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Gerek araç kullananların, gerekse yayaların risk hesabı yapamaması, kendilerinden başkasını düşünmemesi, kurallarSarı ışıkta yavaşlamayı başaramayıp, kırmızı ışıkta geçmeye kalkanların tıkadığı trafik, sürekli şerit değiştirmeye çalışanların tıkadığı trafik, tek yön sokağa ters yönden girmekte beis görmeyenlerin tıkadığı trafik, dörtlüleri yakınca istediği her yerde durabileceğini düşünenlerin tıkadığı trafik, ışığı beklemeden yola akan insan güruhunun tıkadığı trafik... Örnekleri artırmak o kadar mümkün ki... Hiç bir örnekte trafiğin tıkanma nedeni yeterince hız yapamamaktan kaynaklanmıyor. <br />
Hız limitini yükseltmek olsa olsa de facto zaten hız yapılması durumunu meşrulaştırmaktır. Kültürü, algıları, davranış şekillerini değiştirmedikçe bu ülkede trafik sorunu çözülmeyecektir...Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-36976582990623771472013-02-28T10:36:00.001+02:002013-02-28T11:12:46.590+02:00Derse girmek, ders vermekDördüncü haftayı tamamladım... Otuzikiydi, kırktı derken, "ders ekleme-bırakma" süreci tamamlanınca oldu 52 gencecik öğrencim. Çoğu bir sene içinde mezun olacak gençlere kar amacı gütmeyen kuruluşlarda halkla ilişkiler konusunda ders veriyorum. Arada da hayat deneyimlerimi paylaşıyorum onlarla.<br />
Geçen derste işlerini, eşlerini, dostlarını kötülememeleri tembihledim. Kötüleyecekleri işleri, eşleri ya da dostları varsa bırakıp gitmenin daha dürüstçe olacağını söyledim onlara... <br />
<br />
Daha önce de bu konunun diğer yüzünü yazmıştım: Çalıştığı şirketin ürettiği ürüne, sunduğu hizmete güvenmeyen, inanmayan bir personel kadar şirketin itibarına, imajına zarar veren olamaz diye. Konunun bir de kişisel yönü var oysa. Şirketinin ne kadar kötü olduğunu, yöneticilerinin / çalışanlarının beceriksizliğini, kötü niyetliliğini, üretilen ürünlerin, sunulan servislerin kalitesizliğini söyleyen kişi kendi beceriksizliğini, kalitesizliğini de beyan etmiş olmaz mı aslında? "Biz Türklerden adan olmaz" diyen kişinin, adam olmadığını ikrar etmesi gibi; halkla ilişkilerde etik davranılamayabilir diyen halkla ilişkiler profesyonelinin aslında kendisinin etik davranma konusunda çok da prensipli olmayacağını açıkça beyan etmesi gibi... "Kocam çok zevksizdir" diyen kadının, kocasının kendisini seçme konusunda da zevksizlik gösterdiğini kabul etmesi gibi. "Okuduğum üniversite berbattı" diyen mezunun berbat bir eğitim aldığını baştan kabul etmesi gibibi... Örnekleri artırmak o kadar kolay ki... Kendi itibarımıza, adımıza da zarar verdiğini düşünmeden, söylediklerimizin bizi sütten bir ak kaşık gibi çıkacağını zannetmek saflık ötesinde bir durum olsa gerek. <br />
1. Ya sadece olumsuz hisslerimizi ortaya çıkarmaktan, ortalığa zehir çakmaktan hoşlanıyoruz, bu zehir içinde yüzmenin bizi daha da olumsuz duygulara sürüklediğini farketmeden<br />
2. Ya iki yüzlüyüz, ekmeğini yediğimiz işe, aynı yastığa baş koyduğumuz eşe gerçekleri söylemiyoruz<br />
3. Ya da tembel tenekenin, umursamazın biriyiz, durumu değiştirmek, iyileştirmek için bir çaba göstermek yerine şikayet etmeyi tercih ediyoruz.<br />
<br />
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-72185396553985202572013-02-24T12:52:00.001+02:002013-02-24T12:52:57.070+02:00Fırında MezgitKılçığı az, yemesi kolay, beyaz eti lezzetli bu balığı genelde mısır ununa bulayıp tavada kızartırdık. Ama sağlıklı beslenenler kervanının arkasına takılınca kızartmalar giderek azaldı. Dün Kadıköy Çarşı'da dolaşırken tanesi bir kilo gelen kocaman mezgitlerden alıp farklı bir şey pişirmeyi denedim. Çok da lezzetli oldu. Paylaşmak istedim.<br />
<br />
Filetolanıp dört parçaya bölünmüş mezgit<br />
3-4 orta boy taze patates<br />
2 domates<br />
Bir tutam maydanoz<br />
2 iri soğan<br />
1 çorba kaşığı zeytinyağı<br />
Tuz<br />
Karabiber<br />
<br />
Derince bir fırın kabının dibi zeytinyağıyla yağlandıktan sonra kabukları soyulup halka halka doğranmış patatesler, soğanlar ve domatesler yerleştirilir, bir çay bardağı kadar su, ağız tadınızın istediği kadar tuz ve karabiberle 180-200 derecelik fırında 40 dakika kadar, patatesler yumuşayana kadar pişirilir. İnce doğranmış maydanozlar ve balık parçaları ilave edildikten sonra bir 15-20 dakika daha pişirilmeye devam edilir. Domateslerin yeterince ekşilik vermediği düşünülüyorsa limon suyu da ilave edilebilir.<br />
<br />
3-4 kişilik bir aileye yanında bol salatayla mükemmel bir yemek. Biz uzak doğu usulü pişirilmiş- yağsız- beyaz pilavla yedik... Balıktan çok hazzetmeyen, ama haftada bir yemesi gerektiğini meta zoru kabul eden kızım bile sevdi.<br />
Afiyet olsun.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-3390044822693224892013-02-15T16:44:00.001+02:002013-02-21T11:19:39.649+02:00Reklamlar: kardeş gazeteler Vatan ve Milliyet neyin peşinde?Milliyet Gazetesi ile Vatan Gazetesi arasında aleni bir reklam savaşı var... Milliyet 60 yıllık geçmişine, her biri 50 yaşının üstünde, gazeteciliğin duayeni köşe yazarlarına vurgu yaparken, Vatan, reklamlarında, genç "hip" yazarlarını övüp, "açın pencereleri, naftalin kokusu çıksın" diyor.<br />
<br />
Yaklaşık bir buçuk yıl önce Doğan Grubu tarafından Karacan Grubu ile Demirören ortaklığına satılan aynı grup çatısı altındaki bu iki gazetenin neden birbiriyle çatıştığı sorusu, tamamen farklı hedef kitleleri tanımlayarak toplamdaki okur sayısını artırmayı hedefledikleri şeklinde cevaplanabilir. Yaklaşık 180 bin tirajlı Milliyet ile yine yaklaşık 125 bin tirajlı Vatan arasında "sataşma" gibi algılanabilevek bu reklam kampanyasının sonuçlarını bekleyip görmek lazım... Umdukları gibi bir artış yaşanacak mı? Ters tepip okur kaybıyla mı sonuçlanacak? (15 Şubat 2013)<br />
<br />
...<br />
Yaklaşık bir hafta sonra tirajlara baktığımızda Milliyet Gazetesi'nin geçen haftaya kıyasla yaklaşık 600 adet, Vatan Gazetesi'nin de yaklaşık 1200 adet daha fazla sattığı görülüyor. Bu arada Milliyet reklam kampanyasında ufak bir değişikliğe gitti. Artık vurgu yazarların olgunluğu üzerine değil. (21 Şubat 2013)Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-30389888414196199422013-02-15T08:19:00.001+02:002013-02-15T08:19:50.924+02:00ÜçkağıtçılıkDün metrobüsle karşıya geçerken sol omuz başımda dikilen adam telefonda konuşmaya başladı... Bebeğine lösemi teşhisi konduğunu, ablasından ilik nakli yapmanın mümkün olduğunu, ama hiç paralarının olmadığını telefondaki amcasına anlatan adamın kızarmış gözlerinden yaşlar akıyordu. Telefondaki amcaya 20 lira için olsun yalvaran adam, kalpsiz amcadan red cevabı almasıyla "inşallah bir gün senin çocuklarının başına böyle şeyler gelmez" diyerek telefonu kapattı.<br />
<br />
Vicdanı olanın yaşanan trajediden etkilenmemesi mümkün değil. Sağlık problemi yaşayan bir bebek, ilgili ama parasızlıktan perişan olmuş bir baba... Cebinizden en azından beş on lira vermemeniz için bir neden yok. Bir de sırtını sıvazlayıp adamağızın, geçmiş olsun kardeş, inşallah bir an önce şifasını bulur diyesiniz geliyor. <br />
<br />
Bense gülümsemeye başladım. Vicdansızlığımdan değil, ama aynı telefon konuşmasını bir kaç ay önce, nereyse kelimesi kelimesine Kadıköy-Bostancı hattındaki bir minibüste dinlemiştim. Tam da bir üçkağıt meselesiyle karşı karşıyaydık. <br />
<br />
Halkla ilişkiler profesyonelleri de, çalıştıkları şirkete/örgüte/şahsa dair çok etkileyici bir hikaye anlatabilirler. Ama hikayenin etkileyici olması kadar doğru olması, halkla ilişkiler profesyonelinin güvenilirliğini, itibarını koruması çok daha önemli.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-56437646227904160012013-02-13T17:46:00.001+02:002013-02-21T11:21:07.763+02:00Kötü satış elemanı müşteriyi de potansiyel müşteriyi de kaybetmenize
neden olurYarıyıl tatilinden istifade ziyaretimize gelen 15 yaşındaki yiğenimle 14 yaşındaki kızım, "genç kız" olmaları hasebiyle bir gün kendi başlarına takılmak istediler... Bir kaç yıldır toplu taşıma araçlarını kullanma becerilerini geliştiren kızımın liderliğinde AVM'lerin açıldığı saatte evden çıkan iki kuzen önce Kozyatağı Carrefour'a ardından Tepe Nautilus'a gidip dolu dolu bir alışveriş-fastfood-sinema günü geçirdiler. Hava kararmak üzereyken eve dönen kafadarlar, bir yandan satın aldıklarını gösterirlerken- bir kaç t-shirt, bir kaç oje- bir yandan da cıvıl cıvıl yaşadıkları maceraları anlatıyorlardı. Önce Boyner'e girmişler, orada kıyafetlere ayakkabılara bakmışlar, sonra kozmetik bölümünde birbirinden renkli ojelere dalmışlar. Bu sırada yanlarına yaklaşan satış görevlisi Boyner'deki ojelerin onların bütçesi için pahalı olabileceğini, bulundukları AVM'deki Gratis'te daha uygun fiyata oje bulabileceklerini söylemiş. Kızlar, gülerek ama alındıklarını da belirterek "ne kadar paramız olduğunu nereden biliyordu ki?" dediler. Bir daha kolay kolay Boyner'e girmeyeceklerini de söylemeyi ihmal etmediler. <br />
<br />
Satış elemanı muhtemelen, kendince kızlara iyilik ederken iki ölümcül hata yaptı. Çalıştığı marka yerine müşteri adaylarına bir başka marka önererek, mağazada satılan malların fiyat/kalite paritesi hakkında müşterinin (potansiyel müşterinin) markanın vermek istediğinden farklı bir fikir edinmelerini sağladı- bizim gençlerin kafasında marka öncelikle "kazıkçı" olarak konumlandı. İkinci hatası, kızlara önyargılı davranarak, paraları olmadığı varsayımından hareket etmekti. Tam da yüksek alışveriş potansiyeline sahip, bir kaç sene sonrasının sadık müşterileri olmaya aday gençleri "aşağılayarak" onları baştan kaybetti. Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-13133539518477834702013-02-12T12:41:00.000+02:002013-02-12T12:41:55.233+02:00Kadınlık, Annelik, İnsan Olma ÜstüneTürkiye'de doğurganlığın düşmekte olması dolayısıyla nüfusun yaşlanma sürecine girdiği anlaşıldığından beri ailelere - dolayısıyla kadınlara doğurmaları gereken çocuk sayısı konusunda başbakan sözcülüğünde telkinlerde bulunuluyor. Kadınlık hallerinden biri olan annelik ön plana çıkarılmak isteniyor. <br />
<br />
Gebelik ve çocuğun anneden ayrılabileceği kimine göre ilk iki kimine göre ilk üç yıl hesaba katıldığında kadının yaklaşık dokuz yıl boyunca eve kapanarak çocuklarıyla uğraşması talep ediliyor. Ortalama 70 yıl yaşayan bir kadının, kadın olduğu 15 yaşından adetten kesildiği 45 yaşına geçen 30 yılının dokuzunu gebelik- doğum- temel bebek bakımı ve beslenmesi için eve kapanarak geçirmesi isteniyor. <br />
<br />
Kadının insan olarak, çalışma, üretme, ailesi dışında - okul, dernek, iş yeri gibi- farklı gruplara ait olma, para kazanarak kendisini emniyette hissetme, kendisini gerçekleştirme konularında talepleri olabileceği gerçeği göz ardı ediliyor. <br />
<br />
Annemin babamdan harçlık isterken her seferinde ne kadar utanıp sıkıldığını hatırlıyorum. Bu nedenle ben yetişirken bana sürekli bir meslek sahibi olmam gerektiğini- dolayısıyla okumamın şart olduğunu- meslek sahibi olmadan ayaklarım üzerinde duramayacağımı öğütledi. Zamanla pek çok annenin kızlarına benzer bir öğüt verdiğini anladım. Eve kapanan, çocuk büyüten ve anne/eş kalıplarının dışına çıkamayan kadınlar, kızlarının insan olmasını istiyorlardı... <br />
<br />
Çocuk bakımı kadın erkek arasında paylaşılmadıkça, kadın ve erkeğe doğum izni verilmedikçe, iş verenler ve devlet çocuk bakımı konusundaki sorumluluğu üstlenmedikçe nüfusun gençleşmesi çalışmaları işe yaramayacaktır. Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-65831164202300209642013-01-29T10:54:00.001+02:002013-01-29T10:54:22.906+02:00Ne çok ölüm...Türkiye'de yaşı 40'ı aşmış olanların ortak kültürünü temsil eden ne çok yüz göçtü son zamanlarda... Ekrem Bora. (1 Nisan), Ayten Alpman (20 Nisan), Cünet Türel (1 Mayıs), Orhan Boran (26 Mayıs), Metin Erksan (4 Ağustos), Müşfik Kenter (15 Ağustos), Neşet Ertaş (25 Eylül), Berkant (1 Ekim), Erol Günaydın (15 Ekim), Mücap Ofluoğlu (11 Aralık), Leman Çıdamlı (18 Aralık), Kamil Sönmez (20 Aralık), Metin Kaçan (9 Ocak), Burhan Doğançay (16 Ocak), Mehmet Ali Birand (17 Ocak), Toktamış Ateş (19 Ocak), Ahmet Mete Işıkara (21 Ocak), Ferdi Özbeğen (28 Ocak)<br />
Yüksek sanattan halk sanatına, popüler kültürden bilime... Hepimizin belleğinde yer etmiş yüzler, sesler gitti birer birer. Bizleri anılarla- kişisel ya da toplumsal- başbaşa bırakıp bilinmeyene göçtüler. <br />
<br />
Gidenlere rahmet dilemekten başka ne gelir elden? Burada yaşam sürüyor işte... Ölüm haberleri kısa bir ara verdiriyor koşuşturmaya, yaşamın ve ölümlü olmanın farkına varılıyor bir anda... Sonra yeniden ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam...<br />
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-8499435040656323782013-01-22T20:03:00.001+02:002013-01-22T20:03:47.404+02:00KokularBeynimizi inceleyen bilim adamları kokuların beyinde anıları ve duyguları etkileyen en ilkel bölgeyle bağlantılı olduğunu söylüyorlar. Nöropazarlamacılar da kokuların bu etkisini tüketicilerin daha çok tüketmesi ya da marka bağlılıkları sağlamada kullanıyorlar... <br />
Misler gibi kahve kokmayan bir kahveci düşünün, düşünemiyorsunuz değil mi... Büyük süpermarketlerin bir köşesindeki fırından yayılan sıcak ekmek ya da tarçınlı kurabiye kokularını... <br />
<br />
Ben bugünlerde - hazır mevsimiyken - nergislere takıldım. Hergün neredeyse bir kaç demet alıyorum. O muhteşem koku huzur veriyor, mutlu ediyor, umutla karışık birbirinden güzel duyguları ortaya çıkarıyor. <br />
<br />
Çeşitli işyerlerinde, dükkanlarda gerek müşteriler gerek çalışanların mutluluğunu, motivasyonunu, bağlılığını artırmak için koku kullanma yoluna gidilmemesi için bir neden göremiyorum. Kendi kokularını yaratma/üretme lüksüne sahip olmasalar da kokuyu yaşanan iş/alışveriş deneyimine eklemek ilginç olabilir.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-37338963439818579622013-01-20T15:28:00.001+02:002013-01-20T15:28:15.783+02:00ÖnemliSeth Godin bugünkü blog yazısında çok önemli bir noktanın altını çiziyor... Senin önemli olduğunu düşündüğün bir konu başkaları için hiç de önemli olmayabilir. Yaptığın bir açılışa ya da etkinliğe basını davet ederken bir kez daha düşün, bu onlar için ya da onların çalıştığı gazete için ya da o gazetenin okurları için bir önem taşıyor mu? Taşımıyorsa, bir gazeteci neden ilgilensin; iki bu etkinliği herkes için (ya da hedeflediğin kitle için) nasıl önemli hale nasıl getirirsin? Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5211312925293988832.post-9865741833977059192013-01-18T19:16:00.000+02:002013-01-19T11:39:28.200+02:00Mehmet Ali Birand'ın arkasındanTürk basını bir duayenini kaybetti. Bizler, her zaman karşımıza çıkmayacak renkli bir haberciyi... Yaptığı siyaset, dış politika gibi "ciddi" konuları içeren haberlere/ haber programlarına renk katmayı becermiş; kavga etmeden, güler yüzle, efendiliği koruyarak da iş yapılabileceğini kanıtlamış; rekabetin ezmek, yok etmeye çalışmak olmadığını göstermiş; komplekssizliğini pek çok haberciyi yetiştirerek ve onlara destek olmaya devam ederek de ortaya koymuş müthiş bir insanı kaybettik. <br />
<br />
Ondan öğrenilecek çok şey varmış. Gitmesiyle bir kez daha anladık.<br />
Anlatılanlardan anladık ki Nazım Hikmet'in anlattığı gibi yaşamış Birand:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">yani, beyaz masadan, </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";"> bir daha kalkmamak ihtimali de var. </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";"> en son ajans<span style="font-size: small;"> haberlerini.</span></span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için, </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";"> diyelim ki<span style="font-size: small;">, cephedeyiz.</span></span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">Daha orda ilk hücumda, daha o gün </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";"> yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";">Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";"> fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz </span></span></i></pre>
<i><span style="font-size: small;">
</span></i><br />
<pre style="color: black; font-family: Arial Unicode MS; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;"><i><span style="font-size: small;"><span style="font-family: "Times New Roman";"> belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. </span></span></i></pre>
</blockquote>
Ameliyata girerken bile Diyarbakır'daki töreni merak ederek... <br />
<br />
<br />
Nurlar içinde yat. <br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoMv86svfVVBGyeV9kWLkCg87qEAhb-QRrxeM6PirAeua5oikv3Ge1r0vUiJMVFqJjHHCgDTm-cky7W_J2XPzjiQwGC8pxvyvTXheGt4voV7xWabV8ORrlX0pz8dUEzdhieoK_A5Nv7ocY/s640/blogger-image--2080265668.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoMv86svfVVBGyeV9kWLkCg87qEAhb-QRrxeM6PirAeua5oikv3Ge1r0vUiJMVFqJjHHCgDTm-cky7W_J2XPzjiQwGC8pxvyvTXheGt4voV7xWabV8ORrlX0pz8dUEzdhieoK_A5Nv7ocY/s400/blogger-image--2080265668.jpg" width="400" /></a></div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/04490284088979605595noreply@blogger.com0Istanbul Istanbul40.983744 29.053011