15 Şubat 2013 Cuma

Reklamlar: kardeş gazeteler Vatan ve Milliyet neyin peşinde?

Milliyet Gazetesi ile Vatan Gazetesi arasında aleni bir reklam savaşı var... Milliyet 60 yıllık geçmişine, her biri 50 yaşının üstünde, gazeteciliğin duayeni köşe yazarlarına vurgu yaparken, Vatan, reklamlarında, genç "hip" yazarlarını övüp, "açın pencereleri, naftalin kokusu çıksın" diyor.

Yaklaşık bir buçuk yıl önce Doğan Grubu tarafından Karacan Grubu ile Demirören ortaklığına satılan aynı grup çatısı altındaki bu iki gazetenin neden birbiriyle çatıştığı sorusu, tamamen farklı hedef kitleleri tanımlayarak toplamdaki okur sayısını artırmayı hedefledikleri şeklinde cevaplanabilir. Yaklaşık 180 bin tirajlı Milliyet ile yine yaklaşık 125 bin tirajlı Vatan arasında "sataşma" gibi algılanabilevek bu reklam kampanyasının sonuçlarını bekleyip görmek lazım... Umdukları gibi bir artış yaşanacak mı? Ters tepip okur kaybıyla mı sonuçlanacak? (15 Şubat 2013)

...
Yaklaşık bir hafta sonra tirajlara baktığımızda Milliyet Gazetesi'nin geçen haftaya kıyasla yaklaşık 600 adet, Vatan Gazetesi'nin de yaklaşık 1200 adet daha fazla sattığı görülüyor. Bu arada Milliyet reklam kampanyasında ufak bir değişikliğe gitti. Artık vurgu yazarların olgunluğu üzerine değil. (21 Şubat 2013)

Üçkağıtçılık

Dün metrobüsle karşıya geçerken sol omuz başımda dikilen adam telefonda konuşmaya başladı... Bebeğine lösemi teşhisi konduğunu, ablasından ilik nakli yapmanın mümkün olduğunu, ama hiç paralarının olmadığını telefondaki amcasına anlatan adamın kızarmış gözlerinden yaşlar akıyordu. Telefondaki amcaya 20 lira için olsun yalvaran adam, kalpsiz amcadan red cevabı almasıyla "inşallah bir gün senin çocuklarının başına böyle şeyler gelmez" diyerek telefonu kapattı.

Vicdanı olanın yaşanan trajediden etkilenmemesi mümkün değil. Sağlık problemi yaşayan bir bebek, ilgili ama parasızlıktan perişan olmuş bir baba... Cebinizden en azından beş on lira vermemeniz için bir neden yok. Bir de sırtını sıvazlayıp adamağızın, geçmiş olsun kardeş, inşallah bir an önce şifasını bulur diyesiniz geliyor.

Bense gülümsemeye başladım. Vicdansızlığımdan değil, ama aynı telefon konuşmasını bir kaç ay önce, nereyse kelimesi kelimesine Kadıköy-Bostancı hattındaki bir minibüste dinlemiştim. Tam da bir üçkağıt meselesiyle karşı karşıyaydık.

Halkla ilişkiler profesyonelleri de, çalıştıkları şirkete/örgüte/şahsa dair çok etkileyici bir hikaye anlatabilirler. Ama hikayenin etkileyici olması kadar doğru olması, halkla ilişkiler profesyonelinin güvenilirliğini, itibarını koruması çok daha önemli.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Kötü satış elemanı müşteriyi de potansiyel müşteriyi de kaybetmenize neden olur

Yarıyıl tatilinden istifade ziyaretimize gelen 15 yaşındaki yiğenimle 14 yaşındaki kızım, "genç kız" olmaları hasebiyle bir gün kendi başlarına takılmak istediler... Bir kaç yıldır toplu taşıma araçlarını kullanma becerilerini geliştiren kızımın liderliğinde AVM'lerin açıldığı saatte evden çıkan iki kuzen önce Kozyatağı Carrefour'a ardından Tepe Nautilus'a gidip dolu dolu bir alışveriş-fastfood-sinema günü geçirdiler. Hava kararmak üzereyken eve dönen kafadarlar, bir yandan satın aldıklarını gösterirlerken- bir kaç t-shirt, bir kaç oje- bir yandan da cıvıl cıvıl yaşadıkları maceraları anlatıyorlardı. Önce Boyner'e girmişler, orada kıyafetlere ayakkabılara bakmışlar, sonra kozmetik bölümünde birbirinden renkli ojelere dalmışlar. Bu sırada yanlarına yaklaşan satış görevlisi Boyner'deki ojelerin onların bütçesi için pahalı olabileceğini, bulundukları AVM'deki Gratis'te daha uygun fiyata oje bulabileceklerini söylemiş. Kızlar, gülerek ama alındıklarını da belirterek "ne kadar paramız olduğunu nereden biliyordu ki?" dediler. Bir daha kolay kolay Boyner'e girmeyeceklerini de söylemeyi ihmal etmediler.

Satış elemanı muhtemelen, kendince kızlara iyilik ederken iki ölümcül hata yaptı. Çalıştığı marka yerine müşteri adaylarına bir başka marka önererek, mağazada satılan malların fiyat/kalite paritesi hakkında müşterinin (potansiyel müşterinin) markanın vermek istediğinden farklı bir fikir edinmelerini sağladı- bizim gençlerin kafasında marka öncelikle "kazıkçı" olarak konumlandı. İkinci hatası, kızlara önyargılı davranarak, paraları olmadığı varsayımından hareket etmekti. Tam da yüksek alışveriş potansiyeline sahip, bir kaç sene sonrasının sadık müşterileri olmaya aday gençleri "aşağılayarak" onları baştan kaybetti.

12 Şubat 2013 Salı

Kadınlık, Annelik, İnsan Olma Üstüne

Türkiye'de doğurganlığın düşmekte olması dolayısıyla nüfusun yaşlanma sürecine girdiği anlaşıldığından beri ailelere - dolayısıyla kadınlara doğurmaları gereken çocuk sayısı konusunda başbakan sözcülüğünde telkinlerde bulunuluyor. Kadınlık hallerinden biri olan annelik ön plana çıkarılmak isteniyor.

Gebelik ve çocuğun anneden ayrılabileceği kimine göre ilk iki kimine göre ilk üç yıl hesaba katıldığında kadının yaklaşık dokuz yıl boyunca eve kapanarak çocuklarıyla uğraşması talep ediliyor. Ortalama 70 yıl yaşayan bir kadının, kadın olduğu 15 yaşından adetten kesildiği 45 yaşına geçen 30 yılının dokuzunu gebelik- doğum- temel bebek bakımı ve beslenmesi için eve kapanarak geçirmesi isteniyor.

Kadının insan olarak, çalışma, üretme, ailesi dışında - okul, dernek, iş yeri gibi- farklı gruplara ait olma, para kazanarak kendisini emniyette hissetme, kendisini gerçekleştirme konularında talepleri olabileceği gerçeği göz ardı ediliyor.

Annemin babamdan harçlık isterken her seferinde ne kadar utanıp sıkıldığını hatırlıyorum. Bu nedenle ben yetişirken bana sürekli bir meslek sahibi olmam gerektiğini- dolayısıyla okumamın şart olduğunu- meslek sahibi olmadan ayaklarım üzerinde duramayacağımı öğütledi. Zamanla pek çok annenin kızlarına benzer bir öğüt verdiğini anladım. Eve kapanan, çocuk büyüten ve anne/eş kalıplarının dışına çıkamayan kadınlar, kızlarının insan olmasını istiyorlardı...

Çocuk bakımı kadın erkek arasında paylaşılmadıkça, kadın ve erkeğe doğum izni verilmedikçe, iş verenler ve devlet çocuk bakımı konusundaki sorumluluğu üstlenmedikçe nüfusun gençleşmesi çalışmaları işe yaramayacaktır.