3 Nisan 2014 Perşembe

Her fikir, fikir midir? Her fikir eşit midir? Saldırmak ifade özgürlüğüne girer mi?

Geçenlerde, Facebook'ta bir arkadaşım Nobel Ödüllü Dr. Aziz Sancar'ın, bu başarısını eğitiminin temelini Türkiye'de almış olmasına borçlu olduğu minvalindeki sözlerini yayımlamış. Ben, altına not düştüm: "Temel eğitimini bu topraklarda almış olabilir ama araştırma ortamını sağlayan ABD aslında" diye. Sonra bir başkası (başkası=arkadaşımın arkadaşı) yazmış: "bunların hepsi Türkiyeyi terkediyor, para uğruna, sonra da aaa bu zeki insanlar Türk diye övünüyoruz, Bunun neresi Türk, sen önce ülkeni terketmiceksin, seviyosan, ülkende başarılarını yapacaksın... Paraya ülkesini satıp gidenler, belli bir yerlere ulaştığında ben Türküm diye ortaya çıkıyorlar. Tanımıyorum ben bu adamı, ne ülkemi, ne te Atamı ağzına almasın"*  Hem arkadaşım hem ben bu kadar sert  konuşmamak gerektiğini, insanların ülkelerini çeşitli nedenlerle bırakıp gidebileceğini, her gidenin ülkesini paraya satmadığını, ülke sevgisinin illa vatanda kalmakla bir ilgisi olmadığını yazdık.

Cevap şuydu: "bakış açımız farklı, ben ülkemi seviyorum diye herkes der, terketmeye gelince.... terkedince ülke uzaktan uzağa sevilir, gönülden değil, reklam amaçlı bazıları"
Biz üsteleyince de :  "demokrasi ve düşünce özgürlüğü var diye tutturmayalım o zaman. Benim düşüncem bu, sen haksızsın demek, düşünceye ket vurmaktır. Kötü ya da iyi, herkes herşeyi düşünmekle ve söylemekle serbestse, hiç kimseyi düşüncelerinden dolayı yermek, hor görmek hak değildir gibime geliyo :)"
Bu son cevap aslında yazmaya itti beni. Biz kimseyi yermiyorduk, sadece biraz daha düşünmeye ve bu denli katı olmamaya davet ediyorduk kişiyi (ben hiç tanımıyorum, ama arkadaşımın çocukluk arkadaşıymış). Biz onun düşüncesine "ket" vurmuyorduk, onun düşüncesini genişletmeye çalışıyorduk aslında. Çünkü, düşüncesi bir klişenin tekrarı, üzerinde çok düşünülmeden "doğru" kabul edilen, her hangi bir araştırmaya ya da gözleme dayanmayan, irrasyonel bir söylem, üstelik nefret içeren bir söylemden ibaretti.  "Kötü ya da iyi, herkes herşeyi düşünmekte ve söylemekte serbestse"  ifadesi de  yeni çağın  "sen önemlisin, dolayısıyla sana ait herşey önemli, özel ve doğrudur"  söyleminin  yankılanmasından ibaret. Her sözün değerli olmadığını, her fikrin fikir olmadığını kabul edip; tuhaf bir milliyetçilik ürününün, başkalarına saldıran ve saygısızca davranan ifadenin saygı talebinde bulunmasının da anlamsızlığını kabul etmemiz gerekiyor.
Gerçek fikirlere...


*alıntı sayfadan kopyalandığı için yazım hataları olduğu gibi bırakılmıştır

2 Nisan 2014 Çarşamba

Aydınlanma Haritası mı?



Bir aydınlanma haritası dolaşıyor ortada... Kitap satışlarıyla  son yerel seçimlerde CHP oylarının örtüştüğünü gösteren yukarıdaki harita yani. İlk bakışta "vay be", dedirtiyor insana. Oysa tüm ülkenin kitap okuma konusunda tam bir karanlıkta olduğunu biliyoruz aslında... 2008 yılından şu linke bir bakın isterseniz http://blog.milliyet.com.tr/turkiye-nin-kitap-okuma-aliskanligi/Blog/?BlogNo=90672 "Türkiye'de okuma alışkanlığına sahip kişi sayısı yaklaşık 40 bin" ya da, "yılda 6 kişiye 1 kitap düşüyor" diyor. Türkiye'de kitap okumaya ayrılan zaman, dünya ortalamasının üçte biri...UNESCO tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye'de okuma alışkanlığı yok denecek kadar az. Avrupa'da yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye'de sadece on binde bir. Türkiye, kitap okuma oranında dünya ülkeleri arasında 86'ncı sırada yer alıyor.
Gelelim bir de okunan kitapların içeriklerine... Zaten az okuyoruz, okuduğumuzda da aşk okuyoruz, macera okuyoruz.

Bernard Berelson, 1940'ta yayımlanan What Reading Does to People'da "kitap okuma alışkanlığı arttıkça toplumun daha açık düşünceli insanlardan oluşmuş bir topluma dönüşeceği yolundaki beklentilerin asılsız olduğu anlaşılıyor" diyor. Çünkü, insanlar ne kadar dar kafalı iseler, o kadar dar kafalılıkla, dön-dolaş, kendi yanlış tutum, değer, inanç ve düşünce tarzının 'sırtını sıvazlayan' kitapları okurlar. (Ünsal Oskay, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım.)

O zaman ne işe yarıyor bu harita? ya da aslında ne anlatıyor? Harita, çıkan oyların sosyo-ekonomik analizini yapmaktan ziyade, kendimizi haklı göstermeye, AKP'ye oy verenleri bir kez daha ötekileştirmeye, onları cahil olmakla, kitap okumamakla suçlayıp durumu "meşrulaştırmaya" yarıyor sadece. Değilse, hepi topu bir kitap fazla okumakla "aydınlanmaz" insan...

1 Nisan 2014 Salı

Pendik'te Bir Gün

Sıradan bir gün değil. Seçim günü, sandık başı. Oy ve Ötesi girişiminin gönüllüsü olarak Pendik'teyiz. Akıllı telefonların saatlerin son dakikada bir gün sonra değişecek olmasına akıllarının basmaması nedeniyle  bir saat daha erken uyanıyoruz güne. Yüzünü ve soyadını bilmediğim yeni arkadaşım Naci Bey (tam da anaokulu çocuğu moduna geçmiş durumdayız, birlikte "oyun oynadığımız" ama adını bilmediğimiz "en iyi arkadaşlarımız" var, yeniden) beni  bekliyor, Pendik'e gitmek için "car-pool" oluşturmuş durumdayız.  Arabada benden başka  müzik öğretmeni Müge ve eşi Murat da var; ilk defa yüz yüzeyiz. Sabah 6'dan gece yarısını geçene kadar sürecek bir deneyim bekliyor bizi. Herkes, sandviçleri, suları hazırlamış; heyecanlı.
Müşahit olduğumuz okulun önündeki çay ocağı açık;  içeride CHP'liler, Oy ve Ötesi gönüllüleri neler yapacağımızı, nelere dikkat edeceğimizi konuşup görev başı diyoruz; saat 6:45.
Benim görev yerim Elka İmam Hatip Orta Okulu 1348 no'lu sandık.  296 seçmeni var. Sandık kurulu başkanı, Fen öğretmeni Naci Bey, kurul üyeleri bir CHP'li, bir AKP'li, bir MHP'li, iki genç delikanlı... Kendimi tanıtıyor, köşede bir yer yapıyorum. Onlar, zarfları ve oy pusulalarını sayıyor, damgalıyorlar. Oy pusulalarının hepsinin aynı noktaya damgalanmasına dikkat ediyorlar. 300 mavi (belediye seçimleri), 300 mor (muhtarlık seçimleri) zarf; 350 sarı (belediye meclisi), 364 mavi (ilçe belediye başkanı), 374 beyaz (büyük şehir belediye başkanı)  pusulası var. Sınıfın penceresini açıyor biri, bana bakıp "birazdan kokmaya başlar burası" diyor.

Sandığa ait seçmen listeleri kapıya asılıyor. Sandıklar mühürleniyor. Her şey hazır.   Derken içeri giren ve adını öğrenemediğim bir beyefendi "müşahitler" dışarı diyor.  Bina sorumlumuz Pelin Hanım'ı arıyorum; YSK bina sorumlusunu buluyoruz. O da, oy sayımına kadar oda dışında olmamızı söylüyor. Pek kafamız basmıyor ama gerginlik de çıkarmak istemiyoruz. Ben durumu Facebook'a yazıyorum, Baro'dan seçim gönüllüsü bir çocukluk arkadaşım dilekçe yazdırıyor. Pendik'ten sorumlu bir avukat arkadaşının telefonunu veriyor. 2 saat gibi bir sürede çözümlüyoruz ve ben tekrar sınıftaki yerimi alıyorum. (Sosyal medyanın gücü bir kez daha kendisini gösteriyor.)

Çoluk, çocuk,genç, yaşlı, kadın,erkek sabahın erken saatlerinden itibaren oy vermek üzere gelmiş durumda. Zaten saat 15:30 itibariyle sandıkta kayıtlı seçmenin %90'ı oyunu kullanmıştı bile. Sandıklar, mahalle bazında düzenlendiği için her kes birbirini tanıyor neredeyse, selamlaşıyorlar. Kadınların hemen hepsi pardösülü, baş örtülü. Bizim sandıktan bile belliydi bu seçimde katılımın yüksek olacağı.

Öğlen vakti, oy verenler azaldığında, biz de oy vermek üzere aynı ekip toplanıp kendi sandıklarımıza gittik. Bu arada, sandık görevlilerinden, aslında MHP yanlısı olduğunu sonradan öğreneceğim AKP gözetmeni Yasin (biraz haylazmış, liseden sonra okumamış) "Abla siz nerede oy kullanıyorsunuz?" dedi, "Kadıköy"cevabımı duyunca da "Ya, abla,memleketi siz mi kurtaracaksınız, verin oyunuzu, inin sahile, dolaşın" diye tepki gösterdi bana. Vatandaşlık sorumluluğundan bahsettim ona, seçimlerin şeffaflığının neden önemli olduğunu anlattım. Oyumu kullanıp döndüğümde, "karnın aç mı?" dedi, benimle sandviçini paylaşmak istedi.

Öğleden sonra iyice seyrekleşti seçmenler. Vakit geçmek bilmedi, kalabalık azalınca. Sandıkların kapanma saati yaklaştıkça AKP'li müşahitler doldurdu odayı.  Sıralar çekildi. Hazırlıklar tamamlandı. 17.02'de oy kullanmak için gelen bir seçmene geç kaldığı söylendi.
Sayıma geçilmeden oy kullanan seçmenler, kalan zarflar ve pusulalar sayıldı.
Kalan mor zarf  31
Kalan mavi zarf  29
Oy kullanan seçmen sayısı 265 +6 (sandık kurulu üyeleri)

17:10'da mühür açılarak  sayıma belediye seçimlerinden başlandı. Önce zarflar sayıldı ve kontrol edildi, sonra zarflar açılarak kontrol edildi. Bir zarf, içinden muhtarlık pusulası çıktığı için geçersiz ilan edilerek ayrıldı.

Çıkan pusulalar kontrol edildi. Hepsi mühürlü, ve sandık kurulu mühürü aynı noktaya basılmış haldeydi. (yani dışarıdan bir pusula sokulmamıştı.) açılan zarflardan bir beyaz, bir de mavi pusula eksik çıktı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oy dağılımı (5 geçersiz oy)
157 AKP
80 CHP
19 MHP
3 Saadet
1 DSP
1 BBP
1 İP
1 HDP
1 HEP
toplam: 264
Pendik İlçesi Belediye Başkanı oy dağılımı (7 geçersiz oy)
147 AKP
66 CHP
33 MHP
12 Saadet
1 HDP
1 İP
1 DSP
1 DP
toplam: 262
Pendik Belediye Meclisi oy dağılımı (12 geçersiz oy)
141 AKP
63 CHP
42 MHP
5 Saadet
3 HDP
2 DP
1 DSP
1 TKP
1 İP
toplam: 259
7 adet lekeli pusula da lekelerin hepsinin aynı noktada olması göz önüne alınarak geçerli sayıldı.

Başlangıçta, odadan çıkmamı isteyen ve dilekçe alana kadar da izin vermeyen sandık başkanı, tutanakların yazılması anında yardımımı istedi. Tutanakların yazılması, imzalanması; geçerli ve geçersiz oyların torbalanıp mühürlenmesi gece yarısını buldu.
Bu arada, seçimin en gergin ayağı muhtarlık seçimleriydi.
Sonuçlar açıklandığında, başörtülü bir CHP'li, "bu kadar çocuk boşuna mı öldü?, bu insanlar hala yalana, dolana, hırsıza nasıl oy verebiliyor" derken ağlamaklıydı.
Benim için muhteşem bir deneyimdi. Bu nedenle Oy ve Ötesi'ne müteşekkirim. Gezi'nin rüzgarı bizi örgütlemiş, mahallemiz dışında bir yere gitmemizi, oradaki evlatları için güzel günler hayali kuran insanlara dokunmamızı sağlamıştı.